Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hastalık Olarak Düşünme

Burada kastedilen düşünmenin bir hastalık olduğuydu ötekini hemen unut gitsin. Durun durun siz karşı çıkmadan evvel hemen argümanlarımı sunayım. Düşünmek hastalık olmalı evet gelin beraber düşünmek üzerine bir çan eğrisi çizelim ve bir göz atalım. Ortadaki yığının sağında solunda kalan kesime gayet rahat bir şekilde anormal diyebiliriz. "Bu anormal kesimin bizim konumuzla ilgisi nedir abi? Sağ tarafına bakıver abisi. Düşünsel aktivitelerindeki artışla birlikte günlük yapıp etmeleri arasındaki negatif korelasyonu farkettiğinizi varsayıp güzel bir vuruş yaptığımı varsayıyorum efendim. Ne diyorduk hah evet sağ taraf. "Ne olmuş canım bunlar anormal oldular diye hasta mı oldular?" diye sorabilirsin. Evet bunlar hasta oldular diye anormal, anormaller diye hasta oldular. Dopamin miydi DA2 reseptörüne küsen yoksa serotonin miydi 5-HT2 ile arası limoni olan diyerek hiç bilimsel izahat getirmiyorum efendim. Bunu subjektif bir yaklaşım olarak algılayıverin. Bak bir de zamanında he

Mutlak Doğru

İnsan reddetmezse ölür. Birey, esasında mutlak doğrunun sadece kendisine ait olduğunu ve kendisini kapsadığını bilmelidir. Üzerimdeki yıldızlı gök, içimdeki ahlak yasası ile bağlandığında doğru meydana gelir, bu aynı zamanda benim mutlak doğrumdur. Çevrenin, dolayısıyla elde edilen tecrübelerin etkisiyle yüzeyinde delikler açılarak işlenmiş olan tabula rasa, şahsiyet, içteki ahlak yasası; hakiki ve sonsuz dünyanın da kapılarını aralar. Bütün uyaranlar, ham veriler bu süzgecin içerisinden geçer, bireyde işlenir ve nihai hüküm verilir. Mutlak doğru olsa olsa budur. Olasılık şarabı kadar sarhoş edici bir içki yoktur. Olasılıklara boğulan birey ne anı yaşar, ne de yaşadığından emin olabilir. Nesne ancak onu gözlemleyen ile önem kazanır, sadece mevcudiyete izin veren evrenin onu gözlemleyebilecek sujesi mevcuttur. Olasılık redde mahkumdur, mahkum olmazsa hakikat hakkıyla ne ifade edilebilir, ne de yaşanabilir. Üzerinde makul ve sonuca gebe olarak düşünebileceğimiz meseleler aklın t

Nessun Dorma

Yorgun gözlerim benliğime yeni bir kıvılcım atan tebessümünü arıyor. Defalarca huzurumdan kovduğum saki, halen neden getirirsin aşk şarabını? İtelediğim berhava tahayyüller, bu tükenmeyen ısrarın sebebi ne? Aç müstahkem kapılarını, aç ki göreyim o ay suretlinin ışığını... Kır paslanmış zincirlerini, kır ki kavuşayım o naif ve temiz kalpli küçük kırlangıca... Olmuyor, olamaz, belki de olmamalı! Saf ve küçük kıpırtılar yok olmaya mahkum, farazi hissiyata yuvasını açacak olan ben değilim! Bilirim, o kıvılcımdır soğuk bir mart gecesi teslimiyetle nihayete eren. Bilirim, o kıvılcımdır son ana kadar içimi ısıtan ve boşuna umutlandıran. Ne kıvılcımlar söndürürsün sen adi felek!  Ama bu defa,  bu defa müsaade etmeyeceğim sana,  zira bu şeref bana ait! Ey gece, dağıl! Yıldızlar, inin! Yıldızlar, inin! Şafak vakti ben kazanacağım! Ben kazanacağım! Ben kazanacağım! Görsel: 巡梦记 | Kra

Dalgalar?

Nerede kaldı bu dalgalar? Artık kıyıya getirmiyor pisliğini denizin. Neredesin kafamdaki solucan kolonisi? Nerede bu eşiğe kayıtsız aksiyon potansiyeli. Bu durgunluk, bu hissizlik neye alamet? Sistem kalıbına mı soktu sözüm ona aydın ruhumu? Yoksa monotonlaşan meşgaleler sıradanlığa mı sürükledi bu şahsiyeti? Fikirsizlik, fikir oluklarının tıkandığını maalesef geç de olsa haber veriyor. Birey zihnini beslemeyi kesince bir süre aynı çerçeveye hapsolmuş şekilde sığlaşmış fikirlerini ısıtıp duruyor. Ne fayda? Yeni ufuklara açılmak, yeni zihniyetlere ziyaretler yapmak şöyle dursun sıfırı tüketerek düşünürlüğünü idame ettirmeye uğraşıyor zat-ı muhterem. Olur mu efendim? Derhal bu işe bir çare düşünülmeli. Aslında ana problem her şeyin başladığı zamanı işaret ediyor. Kişisel gelişim, kültürel kazanım ve düşünürlüğün tetiklendiği zaman dilimindeki müthiş şüphe ve ret arzusu kişinin zihnini besleyen olukları iyice açıyor. Böyle bir tetikleyici mekanizma içerisinde edinilmiş sorgulama ve

Hakikatin Tezahürü

Saadetin değeri, melankoli çukuruna düşmeden anlaşılmaz. Ne tamamen mutlu, ne de tamamen mutsuz geçer birbirini kovalayan takvim yaprakları. Günler birbirini tutmayacak, hissiyat baki kalmayacak ki her biri münferiden bireyin takdirine mazhar olsun. Belki de bundan mütevellit, biraz da istemsiz, muntazaman ölüp ölüp dirilmekle lanetliyiz. Yere düşmeden, tozu toprağı yemeden, hırpalanmadan yaşam sürülmez. Hayatı hakiki ve ciddi kılan tekerrür ve azaptır. Hakikatin soğuk sureti yüze çarpıldığı, attığı tokat misliyle hissedildiği vakit insan yaşadığını anlar. Rüya ile bağdaştırılan mutluluksa, hayatla bağdaştırılan da kuşkusuz üzüntüdür. Ne tatlı şeydir melankoli... Dipsiz bir kuyuya düşer gibi; dakikalarca, saatlerce alçalma, yekpare hissedilen çarpan hava kütlesine bağlı bedenen ve ruhen küçülme, sonu gelmeyen azap... İçsel muhasebeler, mülâhazalar ve mütâlaalar; öze dönüş ve hakikatin kavranışı... Bunların bütününü ihtiva eden bu kutsal hisse nasıl olur da çemkirebilir insan?

İçten Gelen Çığlık

Dile kolay yirmi sene. İçinde tebessümü, saadeti, melankolisi, küfrü eksik olmamış. Muntazaman arz-ı endam eden engeller yoğun çaba ve emekle bir bir aşılmış, durmaksızın yola devam edilmiş. İrili ufaklı başarısızlıklar daha büyük başarılarla telafi edilmiş, unutturulmuş. Bozulan haletiruhiye mütemadiyen müspet istikamete yöneltilmiş, üzüntüler gölgede bırakılmış.  Dile kolay yirmi sene. Ne istedik de başaramadık? Ne istedik de olmadı? Çok iyi kalpli, güzel insanlarla münasebet kurduk. Yeri geldi birlikte, yeri geldi yalnız hayattan haz bulduk. Neşemiz eksik olmadı, küçük tatlı hadiseler saadetimizi baki kıldı. Her konuda kendimizi geliştirmeye çabaladık, çok fazla sayıda hatadan ve aptallıktan ders çıkardık. Hiçbir zaman kaldıramayacağımız sıkıntılarımız olmadı, hiçbir zaman kapasitemizin üzerinde çalışmadık, hiçbir zaman elimiz sıcak sudan soğuk suya konmadı. En iyi koşullarda yaşadık. Bir gün bile aç yatmadık. Her türlü nimetten yararlandık, doyasıya zevk aldık.

Tecrübeyle Sabit

Hiç kimse azınlıkta olmak istemez. Kendisiyle aynı fikirde olan, aynı şeylerden zevk alan, aynı felsefeye sahip olan insanlarla münasebet kurmak, insanın kuşkusuz temel gayelerindendir. Mesele, bu gayeye ulaşılamadığında başlar. Kimileri vardır, azınlıkta kalmış fikirlere sahiptir. Topluma dahil olma başarısını gösterebilir belki, lakin farkındadır ki nihai haz orada değildir. Günlük hayatı bu toplumun içerisinde geçer, lakin hiçbir zaman tam bir parçası olamaz. Muhabbetlerinde anlık tebessümler bulur belki, lakin kalıcı bir etki bırakmaz. Tözünü havai hazlarla tatmin eder, lakin günün sonunda bu tatminin gelip geçici olduğunun ayırdına varır. Yalnızlık kanıksanmıştır artık, buna rağmen yüksek öz saygı, büyük önem atfettiği şahsi tercihlerinde bir değişime izin vermez. Asimile olmak tabiatında yoktur, kendini kaybetmektense yalnızlığı tercih eder. Yalnızlıkta hakiki saadeti bulur. Mamafih bu da bir yanılsamadır. Yan etkilerden olan narsisizmin karartmasına rağmen bir ha

Pasif-Agresif Çay

Bir köşede oturmak ve pasif-agresif davranışlarda bulunmak... Çayını ne şekilde yudumladığıdır insanı arif yapan, tevazu ile durup karşısında bardağın ben sana muhtacım diyebilmesidir. İşte ruhları dinginler, böylesine latif kimselerdir. Çay gibi bir bütündürler ve sessizce dururlar dünyaya karşı dimdik. Ne pervasızlardır taş değildir kalpleri ne de fokurdarlar arsız su gibi. Sükut ediş ruh dinginliğinin bir sonucu olmalı. Zira kargaşanın olduğu yerde gürültü eksik olmaz. Öte yandan kargaşasız bir devrim, sessiz bir muhalefet olabilir mi? Susmak gerçekten bir eylem olabilir mi  kabul etmek ile susmak arasında bir özdeşlik varken? Susarak kimilerini yok mu sayar insan yoksa susmak yok olmak mıdır? Edebi ile insan, sükut ile nasıl dur diyebilir bu kahpeliğe? Gece uykularını kaçıran eylem planlarını kurgulamaktan öte geçemediğinde nasıl ruh dinginliğine erişebilir? Burada insanı içine çeken aktif muhalif akım, yanlışlıklar silsilesi ile savaşın tek yolu gibi gözükürken insan nasıl k

Defekt

Bütün insan popülasyonu bir yapbozun parçaları olsalar idi, elbet bütünlüğe uymayan irili ufaklı "defekt" parçalar da bulunacaktı. Asıl mesele ise, hakkaniyetli bir şekilde mülâhaza edildiğinde; bu defekt parçaların mı, yoksa uyum sağlamak üzere bazı kısımlarını törpülemiş, koparmış parçaların mı etik açıdan doğru olduğuna kanaat getirmekte yatar. Hoş, bütünlüğü korumak üzere defekt parçaları atan zat, seçimini çoktan yapmıştır.  "Sana yer yok." Öz parçalarını törpülemiş, koparmış mahlukat; aidiyet güdüsünü tatmin etmenin verdiği saadetle tebessüm etmeye devam ederken, kuşkusuz, aslında intihar ettiğinin farkında değildir. İndividü yok olmuş, toplum var olmuştur. "Sen bizdensin." Fikriyatı istediği kadar birikimli, isabetli ve hakikate adanmış olsun, defektin içtimai mevcudiyeti reddedilmiştir. Nihayetinde bir hayvan sürüsü olan insan topluluğu, tabii olsun yapay olsun, o defekt parçayı seleksiyona tabi tutacaktır. "Seni istemiyoruz.

Obsesif Deve Kuşu

İnatla zuhur eden nefret dolu Muhalif akım İki zıt kaide ile Fikir inşa çabası Ser yere fikir kuşağını Islansın redler yağmurunda Çürüsün koksun Sonraları yüzünü toprağa göm Hatırladıkça absürditeyi Yersiz sözlerin, söyleyemeyişlerinin sancısı elbet geçecek

Hayvansı İnsan, İnsansı Hayvan

İnsanın esasında bir hayvan olduğu hakikati her fırsatta göze çarpıyor. Medeniyetin teşekkülü, kültür ve sanatın ortaya çıkmasıyla birlikte hayvansı güdülerimiz bir nevi süslenerek, makyaj yapılarak bambaşka bir şeymiş gibi gösterildi. Bunlardan ilki aşktır. Medeniyetten önceki insan için kadın bir cinsellik objesi, kadına duyduğu çekim ise üreme güdüsünden ibaretti. Medeniyetten sonra kadın toplumda hak ettiği yere kısmen kavuştu. Mütefekkir ise diğer birçok güdüde olduğu gibi üremeyi de sildi, bilinçdışına attı, değersiz addetti. Bunun yerini dolduracak olan "aşk", yine de içerisinde üreme güdüsünden kalma çekimi barındırıyordu; buna da sevgili mütefekkir, çok farklı bir şeymiş gibi "cinsellik" adını koydu. İşi daha da ileriye götürdü, "make love" deyimini cinselliğin karşılığı olarak telakki etti.

Sahi sen girmedin mi oralara?

Evvela bir sıra sıradanla Ekseriyetle yatıp kalkan adam Yaşamı tetikleyen bir hiç milat Hayat verir bu farklılık ruha bedene Bakar köşesiz dünyaya dört köşe penceresinden Haydi seninle bir yola çıkalım genç adam. Bilirsin ya da bilmezsin bilmem ama çetrefilli yolları var yaşamın. Bazı çukurlar açılır tuttuğun yolda. Olur öyle böyle denilir. Nedir ne değildir anlaşılmazdır önceleri. Üzerine ne tozlar topraklar biner, zelzele nasıl hırçındır çatırdatır yeri kuyular oluşur, sular öyle çamur oluşturur öylesine bataklık kaplar etrafı. Saplanır ayakların haliyle. İlk sıralar "Buyrun nur topu gibi bir obsesyonunuz oldu." demese de kimse yaş kemale erdikçe hissedersin bu realiteyi genç insan. Genç demişken sahi kaç yaşında bu herif deme diye söylüyorum, bu fizyolojik bir yaklaşım değildi. Ne diyorduk? Evet çukurlar oldukça karanlıktır. Sahi sen girmedin mi oralara? Biz yine de anlatalım. Karanlık güzeldir hatta en güzeli durmaktır. Toplumun yürürken hatta koşarken durup düşünmey

Çürümüş Ruh

Bir yanım mutlu, bir yanım üzgün. Mütemadiyen yitirdiğimiz zamana mı üzülelim, yoksa gün geçtikçe çürüyen -daha doğrusu çürümeye terk edilmiş- içimizdeki ahlak yasamıza mı? Yoksa bazı hususlarda artmış olan tecrübemizle, birtakım "ilerleme"lerimizle mi övünelim? Şu bir gerçek: Zaman geçtikçe iğrençleşiyoruz. Elde edilen sözüm ona başarılarla gittikçe şişmiş olan devasa ego; pek ehemmiyetli deneyimler edindikçe, ilaveten ilerlemiş yaşın getirdiği yüzeysel yüksek statü münasebetiyle kendisini hak etmediği mertebelere yerleştirme gafletine düşüyor. Gayettabii bunda mertebelerin getirdiği ayrıcalıkların önemi büyük. Kuruluş gayesine ihanet etse de, içindeki vicdan ile taban tabana zıt da olsa; kendini bir şey zanneden ego, sarf ettiği "efor"un bir karşılığı olması gerektiğine, dolayısıyla elde ettiği ayrıcalıklar uğruna küçük tavizlerin pek meşru olduğuna kanaat getiriyor. Ne oldu peki? Korkunç bir seviyede iğrençleşmiş, içeriden çürümeye mahkûm edilmiş yürüyen bir

Dolaylı da olsa anti-enternasyonalist

İnsan tek parça olamaz. Hatta insanın parçası bulunmaz birliktelik yanlısı kardeşim. Öylesine yekparedir ki yolun başında, öylesine saftır ki... Kendi birey oluşum sürecini tamamlayıp bir topluma dönüşürken bile görülür bu bütünlük. İyi güzel de ya sonra? İçinde başlayan iç savaş sonraları kızışıp başta kendini sonra bir toplumu bile parçalayabilecek hale geldiğinde kim bulup toplayabilir bu kar tanelerini toprağa karışmadan? Hangi iğne dikebilir insanın bir yanını anarşist yanına? Bu günlerde şiddetle hissediyorum bu dağılışı. O sebepten yine kafanı şişiriyorum. Affet. Bir yanım yücelirken, bir yanım alçaldıkça alçalıyor. Bu yücelişin meyvesi ise içini dolduramadığım bir kibir oluyor. Önceleri oldukça tatlı oluyor haliyle. Gelişimi durduruşu derinden hissedilse de verdiği haz tartışılmaz. Lakin meyve kurtlanıyor etrafına kötü kokular yayıyor. Öylesine dayanılmaz ki insan her şeyi berbat edecek, yakıp yıkacak bir fikir ile çiziyor yolunu. Alçaklığı derinden hissetse de suları duruldu

Sistem

Algılarımızın yönetildiği hakikatini ispata gerek yok sanırım. Buna insanın fevkalade gelişmiş olan adaptasyon özelliği de eklenince tabiri caizse tam bir kuklaya dönüşüyoruz. Muazzam bir sistemin parçasıyız, ailesinden tutun devlete ve devletlerin teşekkül ettiği büyük dünya nizamına kadar her şey oldukça kompleks sistematik yapılardan ibaret. Bu büyük makinenin küçük bir dişlisi olduğumuz hakikatini gölgelemek için hem dışarıdan hem de bizatihi içeriden gelen uyaranlar vasıtasıyla yalancı bir hürriyete sahip olduğumuz kanısına varıyoruz. İstediğim şeyi izleyebilir, dinleyebilir, oynayabilir ve düşünebilirim. Peki eğitimi reddetmek? Devletin ve toplumun çizdiği öğrenci-meslek sahibi-evlat sahibi-emekli rotasından kopabilmek? Hayatının 3/4'ünü nizama adamaktan kaçınmak? Kendimi gülümsemekten alıkoyamıyorum ve ekliyorum: İmkansız.

Reng-i Halet

Kireç beyazı umutlar Ölüm grisi korkular Ve ruha bağlı bir çift göz Bir ruh ki göz ve renk ile Arıyor rengini halinin Karanlık akustik bir parça Ruha bağlı bir çift kulak Her gün tekerrür ederek Uyuşturuyor  dağınık zihni Bir zihin ki gökten uzayıp Yer ile kaynaşıp kâmil olan Koparın zincirini bu gökten inen Gıcırdayan narin salıncağın Saçılsın yeryüzüne pembe düşler Ezsin başını huysuzun oldukça ağır hisler Aman duymasınlar bu gümbürtüyü Tüm bağların kopuşunu hislerin intiharını Özgürlüğün sevinç çığlıklarını Ağır bir yük ki ezip yeri Alev alev kor fışkırtan bir etki Alıp maviliğini gökyüzünün Kızıla boyayıp da çiziyor resmini Kahpe ideolojinin adi öfkenin İğneden yaprakları ağacın Süzerek ışığını cüretkar güneşin Tevazu ile hakim oluyor Deniz güneşe karşı Yerini beyaz köpüğe bıraktığında Azgın kibirli dalgalar Olanlar oluyor içerde ben olmak üzere dahi değilim Geçmişin yüküymüş meğer kamburumun sebebi

Bireye Methiye

Üstat, "My Way" şarkısıyla aslında yazının özetini geçiyor. İnsan ne için yaşar? Haz için mi, mutlu olmak için mi, iyi hissetmek için mi, güç elde etmek için mi, istediği şeylere sahip olmak için mi? Hayır. İnsan haysiyeti, karakteri uğrunda yaşar. Nihai haz, geriye dönüp eskittiğin yıllara baktığında "Hamdolsun, ne yaptıysam kişiliğimle tutarlılık içinde yaptım, pişman değilim." demektedir. Nihai haz, içindeki ahlak yasasına bağlı kalmakta, gökyüzündeki ışıl ışıl parıldayan yıldızlar misali istikbaline bu nizam dahilinde ilerlemekte yatar. Pusulası doğru olan mahluk, doğru hedefe doğru istikamette ulaşır. İnsan hiçbir zaman gelip geçici olan günlük hazlara aldanmamalı, bunları hayat gayesi addetme gafletine düşmemelidir. Pek tabii bedensel ve entelektüel haz kaynaklarından muntazaman yararlanmalı; mesele bundan ziyade "hedon"a tapmakla alakalıdır. Beşeri beşer yapan, teşekkül ettiği nizamdır. Toplumsal açıdan baktığımızda bu düzen kendini en

Rezalet

"Mutualist bir ilişki mi günahla aramızdaki? Yoksa parazit mi? İyiliğe kötülük kadar yakın mı insan? Yoksa hayatında dengesizlik mi hakim? Haz neden büyük oranda günahlarda gizli?" gibi sorularla muhatap olurken Ramazan'ın ortasında içimdeki soğuk savaşın kızışmasının verdiği huzursuzlukla yine buralarda buldum kendimi. Bu huzurlu atmosfer içerisinde utilitarizm çerçevesindeki eylemleri ile insan maneviyatını yüceltmenin peşinde koşarken kendini bataklığa saplanmış halde buluyor. Kaçtığı şeyden ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın kendini o şeye o kadar yakın hissediyor. Neden? Bir hal ki bu içini tırnaklıyor insanın. Yoksunluğun içerisinde varlığı göremediğinde zuhur ediyor. Nefis titriyor, Şeytan titriyor ve nihayetinde insan da titriyor bu yoksunluk sebebiyle. Cezbedilememiş ruhlar muzdarip bunlardan. Üzerine çökmüş bir moloz yığını ve kara bulutlar ile cebelleşirken çarpık bacakları, köhnemiş bağları ve kumdan kaidesiyle hiçbir güçlüğe mukavemet gösteremiyor, gösterme k

Müsvedde

Yaşamak... Nasıl? Zaman... İzafiyet? Boşluk... Aslında her zaman ortada olan, lakin her zaman görülmeyen hakikat. Düşünceler ve her şeyin her şeye rağmen devam etmesi. İnsan nedir, ne için yaşar, nasıl yaşamalı? Zamanın durdurulamaz akışı... Verimli geçirip geçirmemek sana kalmış. Peki neye göre verimli? Mutlak doğru var mıdır? Objektivite aslında genelleşmiş subjektiviteden ibaret değil mi? Her insan ayrı bir dünyadır. Leviathan'a teslimiyet... Şartlı kabullenimler. Toplum? Bireyi yok eden yapay teşekkül. Toplumsuz yaşam? İmkansız. Akıl... Sözüm ona insanın güvenebileceği tek şey. Bu karmaşıklığa, keşmekeşe son verebiliyor mu? Hayır. Denge, homeostasi. Kararında olma, radikalize olmama. Olmak, lakin hakikatte olmamak. Olmamış bir yazı.

Geçmiş Üzerine

Birçok insanın dert yandığı bir durumdur geçmişi unutamamak. Yaptığı hataları, yanlış hareketleri bir türlü silemez hafızasından. Keşkelerle geçirir koca bir ömrü. Öte yandan bazıları da vardır ki çabucak unutur,  hiç olmamış gibi yaşar geçmişini. Küçük bir kısım da geçmişte yaptığı davranışlardan ders alarak geleceği inşa eder; geçmişi silip, atmaz hatalarını görmezden gelmez, aksine onlar beni olgunlaştırdı der. Nitekim Hz. Mevlana “Hamdım, Yandım, Piştim” diyor. Yanma aşaması insanın canını yaksa da sonucunda bir eser ortaya çıkıyor. Kainatın mükemmel ve bir o kadar da esrarengiz eseri olgun insan.

Arsız Kadın

Yürümek, çıldırırcasına gitmek Tenha yanına arsız kadının Pembe ruhunu karalar gibi Bir martı kanadı süpürür sokağı Müthiş bir istek ve tereddüt ile Varınca yanına arsız kadının Karanlık ruhumu ağartır gibi Bir ışık hüzmesi yıkar sokağı Sokak bile çekine çekine Vardı yanına arsız kadının Martı kustu eteğine Karanlık bir hınç aldı aydınlığı

Sıkkın ve Bıkkın Kalemimden

Evrendeki tüm fizik kuralları neden bildiğimiz şekliyle var oldu? Yüksekten bırakılan bir cismin havaya uçtuğu bir kural neden bizim evrenimizde var olmadı? Gezegenlerin küp şeklinde olduğu ve harmonik hareket yaptığı bir evren neden değil bizimkisi? Fiziğin ve evrendeki diğer tüm bilim dallarının tamamen cüzi iradelerimizle neden öyle olduğunu sorguladığımız gerçekleri açıklamak için var olduklarını sanıyorum. Aksi halde insan gerçekten kafayı yiyebilirdi. Diğer yandan insan kendi içine de yöneliyor, varlığının kaynağını merak ediyor. Sıkıştırıldığı boyutları aşmak, boyutlardan bağımsız olanı bulmak istiyor. Her şeyin merkezini, idrak noktasının sonuna varmayı arzuluyor. Yine boyutlar arasına ve cüzi iradesinin içerisine sıkışmış insan düşüncelerinde kayboluyor, bir ilerleme katedemiyor. Bu esaretin farkına varamayan insan gayet memnun, zevk-ü sefa içerisinde yaşıyor. Dünyada var olan tüm hazları tatmaya, her çiçekten bal almaya soyunuyor. Neden? Çünkü doldur boşalt mekanizmamız v

Çok Kişilikli İnsan

Biraz ilginç gelecek ama yukarıdaki başlıkta aslında insanın normal bir özelliğini söylüyorum. Hastalık olarak beynimize işlenmiş olması bu gerçeği değiştirmiyor. Örnek vermek gerekirse hepimiz günlük yaşamımızda kişiliğimizi bir heykeltıraşın biçimsiz taşa şekil vermesi gibi yontuyoruz, bu da yeni bir kişilik sahibi olmamız demek. Sebebi ise açık, ortam değiştirmekten kaynaklanıyor bu durum. Bir ortamda lider rolünü oynarken diğer ortamda pasif kalabiliyoruz.

"Gençliğe" Reddiye

"İnsan" denilen mahlukları izledim. Sürü halinde toplanmış, "gençlik" diye dayatılan -lakin esas manasından ve mahiyetinden haliyle uzaklaşmış- zırvanın tesiriyle "sosyallik" denen faaliyeti icra ediyorlar. Gözlemci bakış açısının ihsan ettiği müşahede ve tenkit meziyetleri bendenizde toplanmış halde, umursamaz bir tavırla yürüyüşüme devam ettim. Mahlukatın kasıtlı sahteliği her davranışlarında kendini hissettiriyordu. Yalnız kalmamak için fiiliyata geçen o iptidai refleks; türdeşleriyle iletişim kurmak, bir sürüye katılmak üzere zihinleri -belki de bilinçdışını- öyle bir işgal etmiş olacak ki, iğrenmekten kendimi alamadım.

Kokuşmuş Beyinler

Esaret (Captivity) Sıradan bir beynin içinde kokuşmuş beyinler görüyorum. Sıradan beyinlerin de diğer sıradanların içinde kokuştuğunu. Bu devran böyle mi gider yahu? Kutsiyet atfedilen, sürekli bizi biz yapan en ehemmiyetli unsur olduğu söylenen, kullanımının kişiye münhasır olması lazım gelen irademizi neden bir başkasına emanet ederiz? Marjinal fikirlere karşı adeta yargısız infaz kurumu gibi çalışan toplumun bu duruma büyük etkisinin olduğunu düşünüyorum. Bazı normlara uyması istenen kişinin farklı mutfaktan bir yemeği tatma, farklı fikirden bir kitap okuma, farklı türden bir müziğe ilgi duyma gibi gayet doğal haklarından mahrum kalması ve en acısı bunun farkında olmaması onu bazı güruhların gözünde belki ideal bir kişi yapabilir. Ancak mesele bir "birey" olabilmekte. "Söz dinle yavrum itaatkâr ol!" denilen, basma kalıp fikirlerin içinde boğulmuş çocuğun o yaşlarda ebeveynlerini süblime etmesinin sağladığı kolaylıkla kabul ettiği doğrulardan ileriki yaşlarda

Şahsiyet

Bulunduğu mekandan bağımsız olamayan bir varlık insan. Ne kadar aciz... Bizatihi tecrübe edebiliyorum bu hakikati. Her ne kadar bazı temel esaslara sahip olsa da, çevreden gelen uyaranlara karşı fevkalade dirençsiz bir mahluk insan. Bu da bizi şu düşünceye itiyor: Bir varlıktan bahsederken tek, sabit bir varlık telakki edemeyiz. Bir oluştur varlık; pek bir değişken, pek bir dinamik... Her ne kadar müspet bir nitelik gibi gözükse de, hakikatte ne kadar da savunmasız ve aciz yaratıklar olduğumuzun da delilidir. Esas, dogmatik ilkeler; bunun yanında çoğunluğu teşkil eden dinamik, esnek ilkeler. Bu terkipte olan karakter, şüphesiz ki en idealidir. Görsel:  月 | あすぱら 

Esir-i Hissiyat

İnsan hislerinin esiri oluyor dönem dönem. Başkaldırışı kendi benliği hariç her yere tesir ediyor. Karanlık hisler kastettiklerim öyle şen şakrak, insanın kabına çok gelecek hisler değil. Nefret ile harmanlanmış sorgulama, bir şeylerin üzerine düşünme arzusu ve dört duvar arasında elde edilen özgürlük bu. Çekilmez ve umarsız yapınca insanı bir hayli sıkıntılı da. Bir gruba aidiyet sağlayamama ve bastırılmışlık hissi de hediyesi. Lakin elden ne gelir? Kıymetli beyinler kıymetli ruhlara teslim olunca iyi mi oluyor kötü mü oluyor bilinmez ama pragma açısından yaklaşırsak gayet tabii pozitif olduğunu görürüz. En nihayetinde bir birey olma yönünde atılmış adımlar silsilesi bunlar. Hisler düşünmenin düşünceler de hislerin reaktörü. Aman dikkat fazla ısınmasın dimağları ara sıra soğutmak da gerek. Aksi halde mahiyetinde kaybolabilir insan. Bir meczup ya da azılı bir nihilist olabilir.

Dönüşüm Üzerine

Franz Kafka'nın dönüşüm öyküsünde böcek tasvirini bir başkalaşım sonucu, sıradanlaşmış ve dogma yüklü toplumdan sıyrılan insan için yapmış olduğunu idrak ettiğimde aklıma ortaya koymuş olduğum "içsel devrim" kavramı geldi. Bu kavramın Kafka'nın tasvirini hemen hemen kucakladığını görmem ise beni bir hayli sevindirdi. Burada insanı doğumundan içsel devrim anına kadar çevreleyen, kapatan, sınırlayan, önce aileden sonra toplumdan gelen doğrular ve kuralların, dormansi halindeki düşünme yetisinin aktive olmasıyla birlikte parçalanmaya başlamasını ifade eden süreç bir bakıma başkalaşım olarak gayet tabii adlandırılabilirdi.

Girizgâh

"Cogito ergo sum." Büyük mütefekkir Descartes'ın dediği gibi, mevcudiyetin yegane delili düşünmektir. Benlik ancak ve ancak fikir bildirerek münferiden var olduğunu gösterebilir. Bu kadar önemli bir müesseseyi meşgale edinmiş şekilde yola çıkıyoruz. Gayemiz düşünmek ve düşüncelerimizi aktarmak.  Düşünüyoruz, öyleyse varız.