Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Köstek

Şaka gibiydi. Kötü bir şaka. İstemsizce bir kahkaha savurdum. İdrak etme niyetinde değildim; tüm varlığımla reddetmek, ihtimal vermemek, "Yok yahu, olur mu öyle şey?" demek için çırpınıyordum sağduyuya karşı. Beyhude. Aklıselimin galibiyeti aşikârdı. Yüzüme kuvvetli bir yumruk yemiş, yere serilmiş, küçük düşürülmüş, mağlup olmuştum. Mücadele verip de bozguna uğramak gurur kırıcıydı. Nispeten yolunda giden tek saha da alaşağı edilmişti. Güvendiğim, arkasında durduğum esaslara karşı sembolik bir zafer. Daha da fazla yıkılamazdı Sezar, ama yıkmışlardı işte. Sen de mi Brutus, Casca, Cassius, Decimus? Nisanda göklerde uçarken mayısta vurulmuştum. Çıkarılması gereken dersler, tespit edilmesi gereken hatalar var kuşkusuz, aynı zamanda devam edilmesi gereken bir mücadele, terakkiye muhtaç bir yaşam. Hayat bu işte.

Müspet bir adım

Kafamdaki kurtları ayıkladım bugün Eski püskü bir sergi üzerinde kuruttum  Beklettim kanatlanıncaya dek  Nihayet kanatlarını takıp havalandılar Uçtular gecenin karanlığına Karınlarında onca kirli anıyla Keder dolmuş kursaklarına Her kanat çırpışlarında Zehir içmiş çilekeş kurtlar  Şahit olup dünya kargaşasına  Şiştikçe şiştiler boyunca Sonra aniden infilak ettiler  Yağmur oldular ziftten damlalarla Deldiler göğü kulakta ince bir çığlık Kara bir haberi haykırırcasına Küçük damlalar balyoz olup İndiler pembe tozdan başlara        

Yolun Başı

"Kuşkusuz, sayısız kez hata yaptım, reddedemem, ama söyle bana, hiç mi affettiremedim kendimi?" Çehresini tüm vahşiliği ile çevreleyen tebessüm bin söze bedeldi. "Hayır." "Eskittiğim yıllar, karıştırdığım sayfalar, bitirdiğim mürekkepler?" "Hayır." "Mutlu kıldığım insanlar, dinlediğim pek çok dert, verdiğim bir avuç cesaret?" "Hayır." "Dilimin ucuna gelmesine rağmen sarf etmediğim küfürler?" Kahkahayı bastı. "Lütufta bulunmuş efendimiz!" Artık sabrım taşmıştı. "Namussuzların en namussuzu, cehennemin dibinden de alçak olan alçak, nankörlerin biricik kıdemlisi, söyle, nasıl affettirebilirim kendimi?" "Affedilmeyeceksin." Dürüstlüğü takdire şayandı. Yazık. Çok yazık. Hâlbuki yolun başındaydım. Güz yağmurunun ıslattığı, ışıl ışıl hayat kokan zeytin ağaçlarının eşlik ettiği bu basit yokuşun daha gidilecek çok mesafesi vardı. Yazık. Çok yazık. Hâlbuki     daha         yo

Uzanamamak

Uzanmak Uzak dağlara Uzanamamak Ulaşamıyor eller vecdettiğine Aydınlıktan yoksun dehlizler Tahakkümden doğan meclubiyeti Alıkoyuyor kaygı resmetmekten Delememek ihata eden Aşamamak önüme çizilen Yıkamamak karşıma dikilen Mücerret müstahkemleri Mevcudiyetin idamesi buna mı Kalıplara sıkışmaya mı tabi Saadetin mevcudiyeti buna mı Kalıpları kırmaya mı tabi Filvaki netice zahir Zincirler sebat etmeli Ama kalmamalı bununla sınırlı Müteessir kılmalı benliği Heyhat Uzanmak Uzak dağlara Uzanamamak Görsel: Felsenriff am Meeresstrand, Caspar David Friedrich

Boş Oda

Boş oda ve sesler Bomboş... Boş bardakta yıllanmış kahve tortusu Sessiz bir cızırtı fonda 80'lerden kalma bir radyo Kusursuz bir armoni geliyor kulağa Ecnebi bir kondüktörün elinden Ve yağmur Ritmik şakırtısı Üzerine birkaç nota Hançerliyor sanki Uzatıp kanlı elini meçhul Sesler ve boş oda

Suda Eriyen Anlam Kırıntıları

Suda eriyen anlam kırıntıları Bir armoni dalga ve fısıltısı Limanda çürüyen bir gemi Paslı ruh bedenin esiri O halde çevir şu kırık dümeni Kes şu pörsüyen halatları Yelken açmalıyım sonsuzluğa Erimeden anlam kırıntıları Çocukça bir koşturmacaymış Hayat hiç teslim oldun mu? Yalnızlık münferit bir kandırmaca Ha lvet hayrını göreniniz oldu mu?

Ceza

Derin bir nefes verdi. Epeyli geçmişti zaman. Yavaşça kendini sandalyesine bıraktı. Yelek cebinden karanfil kutusunu çıkardı, içinden aldığı bir tanesini usulca dişlerinin arasına yerleştirdi. Münhasır keskin tadı almaya başladı, yüzü tebessüm etti. "Rezil olduğun aşikârdı da, bu kadar alçalacağına ihtimal vermezdim." Yarım saat önce terk edilmiş bir adamdan beklenmeyecek durgunlukta kurulmuştu bu cümle. Kendisi de bu duruma şaşırmış olacak ki, yüzünü buruşturdu ve istemsizce yumruğunu masaya indirdi. Gururu incinmişti. Her şeye katlanabilirdi, ama onurunun zedelenmesine katlanamazdı. Zihnini ihata eden iptidai, hayvani hissiyatla isabetli karar veremeyeceğinin farkındaydı. Karanfili ısırdı. Yayılan aroma dimağını teskin ediyordu. Plaklarını karıştırdı. Schubert'in Fa minör Fantasie'sini yerleştirdi, odaya yayılan ulviyetle memnun şekilde geri sandalyesine oturdu. Ceza ölerek değil, yaşanarak çekilmeliydi. Tam bu anda. Evet, tam bu anda onun varlığı silinmişti.

Günlük Mülahaza

Ne ile başlayacağımı bilemedim açıkçası. Uzun zamandır yazamamanın verdiği mahcubiyet ve teessürü mü konuşmalı, kara bir bulut gibi üstüme çöken ve arkası kesilmeyen sınavlardan mı bahis açmalı, gönül işlerinden mi dem vurmalı, yoksa didaktik bir şeyler mi karalamalı? Görüyorsunuz, yazacak çok şey varmış aslında. Peki niye yazmadım geçen bir aydan uzun sürede? Bir türlü o anı yakalayamadım sanırım azizim; onun hak ettiği süreyi ya dost meclislerine, ya pek sevgili animelere, ya da aklımı çelen bilgisayar oyunlarına kaptırdım. Pişmanlığımı gizleyemeyeceğim. Eski yazılarımı okumayı seviyorum, o anki hâletiruhiyem, fikriyatım üzerine bir kesit sunması, bunların kayda geçirilmiş olması bana ayrı bir haz veriyor. Yazmamın esas nedenlerinden biri telakki ediyorum, pastanın diğer büyük payı ise bizzat yazmanın verdiği hazza ait. Bu kadar önem atfettiğim, şahsımı bahtiyar kılan uğraşa gereken değeri vermemiş olmam, bu hakikatle şimdi yüzleşmem müteessir kıldı bendenizi hakikaten. Yazmalı muh

Kara Kuş

kaçırmamalı yeniden kara kuşları penceremden çekiyor derinlere zincirler bir kez daha benliğimi diriliyor hisler derinlerden kırmak üzere zincirlerimi nereden geldi bu umut? eski heyecanı yeşerten kim? hokkayı kalemi getirtip önüme nizami yerleştiren kim? önündeyim yine ulvi kapının ne elimde anahtar var ne de kapıyı çalacak cesaret ne diye buradayım ben açamayacaksam kapıyı ben geliyorum son merhaleye son dönüştür bu dönüş son vermeli şu sabitliğe bu tahakküm ve tahassüre velhasıl uslanmalı artık dikilmeli tek beden bu sefer kaçırmamalı kara kuşları penceremden

Sürur Örtüsü

Sahte sürur örtüsünün Örttüğü solgun ve ıssız ruhlar Fütursuzca uzaklaşıp karanlık yanından Yedi kurşunu kasvetin bağrından Usanıp yontmaktan, yontulmaktan  Hiçliğin içinde var olmaktan Bir şeyler var ruhta budaklanan Haykırdı ve sızlandı puslu yanından  Kulak kabartıp duyulmaz Dertle yüklü acı mırıltılar Çevirir manaya kelle adam  Kurtarıp amansız çığlığı uslu yanından Sergiliyor kendini buzda kan Kusmuş tatsız yanını burnundan Pısırık bir adam içine revan Eridi ruhu kapkaranlık bir kordan 

Misliyle Kâfi

"Sevmeyi bilmiyoruz." dedi bir gün aziz dostum, sevdiklerimize hissiyatımızı yansıtamadığımızdan dem vurdu. Üzerinde mülahaza etmeye değer bir konu. Şu soruyu sormalı: Aşk âşığı mı, yahut maşuğu mu ilgilendirir? Leyla ile Mecnun misali, duyulan aşk kaynağını maşuktan almakla beraber artık mahiyet değiştirmiş, özünden çok farklı bir şekil almıştır. Şöyle demeli: Ben artık sana değil, zihnimdeki "sen" ideasına âşığım. Senin bu aşktan haberdar olman önemli değil artık, çünkü bu aşk, senin mevcudiyetini aştı ve arşa yükseldi. Aşk, nihayetinde aşk için yaşanır. İdeadan ziyade esasen faniye duyulan bir sevgi, aşk mevzubahisse? Önceki çıkarımlar sabittir. Şöyle demeli: Aşk gibi mukaddes ve ulvi bir hisle müşerref olmak, faninin hissiyata vâkıf olmasından çok daha mühimdir. Vasıta ve süreç, gaye ve neticeden üstün gelmiştir; daha değerlidir, daha önemlidir. Realiteye dönmek gerekirse? Aziz dostum, pek tabii sevdiğin kişinin; kalbinde büyüttüğün zarif, masum, insanın iç