Saadetin değeri, melankoli çukuruna düşmeden anlaşılmaz. Ne tamamen mutlu, ne de tamamen mutsuz geçer birbirini kovalayan takvim yaprakları. Günler birbirini tutmayacak, hissiyat baki kalmayacak ki her biri münferiden bireyin takdirine mazhar olsun. Belki de bundan mütevellit, biraz da istemsiz, muntazaman ölüp ölüp dirilmekle lanetliyiz.
Yere düşmeden, tozu toprağı yemeden, hırpalanmadan yaşam sürülmez. Hayatı hakiki ve ciddi kılan tekerrür ve azaptır. Hakikatin soğuk sureti yüze çarpıldığı, attığı tokat misliyle hissedildiği vakit insan yaşadığını anlar. Rüya ile bağdaştırılan mutluluksa, hayatla bağdaştırılan da kuşkusuz üzüntüdür.
Ne tatlı şeydir melankoli... Dipsiz bir kuyuya düşer gibi; dakikalarca, saatlerce alçalma, yekpare hissedilen çarpan hava kütlesine bağlı bedenen ve ruhen küçülme, sonu gelmeyen azap... İçsel muhasebeler, mülâhazalar ve mütâlaalar; öze dönüş ve hakikatin kavranışı... Bunların bütününü ihtiva eden bu kutsal hisse nasıl olur da çemkirebilir insan?
Müteakibinde küçücük, ama küçücük tatlı bir hadise, tarif olunmaz bir saadet, saniyesinde vücut bulan tahayyüller, saniyesinde unutulan melankoli. Diriliş.
Muntazaman ölüş ve diriliş.
Lütuftur bu, inayettir bu, kutsanmadır bu; bunu göremeyecek kadar gözüne perde inmiş zevat içinse lanet.
Her zaman karşısında olan ihsanın farkında olmayıp olmaz maceralara atılan naif insancıklar, perdeyi kaldırmanın vakti gelmedi mi?
Yorumlar
Yorum Gönder