Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bozkırkurdu

"İnsanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez." Ne anlamlı bir söz, değil mi? Yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlar, suda değil. Ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! Evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün gelir suda boğulur. Bozkırkurdu, Hermann Hesse Detaya kafa yormayan gamsız kimselere imrenmek gelir içimden bazen, ancak pek kısa zamanda yerini, sefil ruhlarına duyduğum acıma duygusuna bırakır. Zihnimi parçaladığım meseleler yabancıdır onlara; benliğimden taşarak kağıda dökülen tutkularım, saf hissiyatım yabancı bir dil gibi gelir. Nefretle, tiksintiyle bakarım, hatta bakışımı sakınırım bu zavallı insancıklardan; lakin mevzubahis, haklarında menfi düşünmemden ziyade onları yok saymamdır. Ürkek ve yabani bendeniz, aidiyet hissetmediği bu çevre

Sığ Bir Boşluk

Hissediş içinde karanlığı besliyor Bir kapan kapanıyor üzerine günün Bir çocuk bağırıyor kaldırımda Kenara atılmış bir defter İçinde haykırışı yazıyor Sallanıyor bir fanus içinde ruh Keskin kenarlı acı veriyor Soludukça bu ağır kasveti Nahoş bir sarhoşluk veriyor Bir sanrı olmalı bu Ağaç, simsiyah yaprakları Eski evler uzlaşmış gibi sırt sırta Biçimsiz silüetini gösteriyor Yürüyor dokunmadan silik bir tip Sokak kedilerinin gözünde de bu ilgisizlik Hayır bu sokak benim değil bu ruh İçimi kemiren sığ bir boşluk

Efsun

o küçücük gözlerine bütün bir dünyayı sığdırabilirdim kulağımda hoş bir sada zihnimde bütün bir bediiyet tek teessürüm ise seyreylemek uzaktan uzaklardan işitmek özlem duymak lakin gücenmek, kırılmak, ıstırap yok! müsterihim, müşerrefim, mesudum varlığınla, var oluşunla haydi, çal bir daha kulağımda hoş bir sada zihnimde bütün bir bediiyet!

Gökten Geniş

Gökten geniştir insan beyni Koyarsanız yan yana ikisini Biri içine alır ötekisini Kolaylıkla, yanında sizi Denizden derindir insan beyni Tutarsanız mavisi mavisine Biri yutar ötekisini Sünger ile kova gibi Tanrı ağırlığındadır insan beyni Kaldırırsanız dirhemi dirhemine Farklılık gösterir birbirinden Hecenin sese olduğu gibi Emily Dickinson Bu mertebede kudrete sahip zihnimi boyunduruğa vurduğumu fark ettim; umursamadan, acımasızca. Sözüm ona ilerlemiş medeniyetin efendisi bizler, yüzyıllar öncesinin beşerinden bilimsel ve teknolojik manada üstünüz belki, ancak vücut verdiğimiz canavarlara köle olarak felsefi ve ahlaki melekelerimizi körelttik, katlettik. Pek çok dille, kadim öğretilerle donanımlı eski çağın mütefekkirleri zihinlerini entelektüel bediiyetle doldururken bizler ne yapıyoruz, ne hâldeyiz? Geçmiş beş yılın dahi muhasebesini yapmaktan yoksun; şüphe etmekten, tarihten günümüze miras kalmış irfanı temin etmekten, her şeyden önemlisi düşünmekten yoksun bir

Işığa Doğru

Mutluluk ve zevk veren muhabbetin ardından attığımız kahkahalar nihayetinde dinmiş, yerini hakikat kadar soğuk bir sessizlik almıştı. Zihnimizi dolduran bedbaht ve menfi fikirleri bertaraf etmeyi ilk başaran yine ben olmuştum, sahte bir tebessüm takındım ve zifirî karanlığı parçalayan parlak ışığa işaret ettim. "Kim düşünebilirdi çıkmazda bir çıkar yol olacağını... 'Gökten daha geniştir insanın beyni.' İşte bu sebatımızın ödülüdür dostlarım, her türlü umutsuzluğa ve defaatle benliğimizde tahakküm kuran teessüre rağmen filizlenen umudun meyvesidir. Siz de biliyorsunuz ki artık o ışığın ardındaki bilinmezin bir önemi kalmamıştır. O yolu arşınlamaya mahkûmuz; bilinmeze yürümeye, risk almaya, bizi bekleyen her ne ise ona rağmen ilerlemeye mahkûmuz. Başka seçeneğimiz yok, başka yolumuz yok. Zarlar atıldı." Mütereddit izler yavaş da olsa çehrelerden silinmeye başladı; vücudumuzu kuşatan kararlılık, inanç ve cesaret, her şeyi bitirecek ve başlatacak adımları atmamızı tem

Kurtlu Torba

Koşuyor olmalıydım zira anı yakaladığımda fark ettiğim ilk şey kan ter içinde kaldığımdı. Halbuki başta ne kadar sakin yürüyordum. Ufacık da olsa fani bir huzura erişmiş olmalıyım ki ayağımın altındaki kilitli kaldırım taşlarından üzerimi çevreleyen puslu göğe kadar tefekkür ile şükür halindeydim. Gerçekleri idrak ile aniden irkildim. Sanıyorum bu zamana ait olmayan bir zaman diliminde sıkışmıştım. Doğru şekilde noktalayamadığım hadiseler bir kolaj halinde zihnimin derinliklerinden inatla fırlıyor, ilgiyi tamamen üzerinde topluyor ve beni patolojik bir hal alan bu film kesitlerini izleme ritüeline mecbur bırakıyordu. Nihayetinde insan beyni pause tuşu olmayan bir dvd oynatıcı gibi çizilmiş bozulmuş dvdleri oynatıyor, haliyle insanın kafasını yerinden söküp sağa sola vurası geliyordu. İşte bu öz yabancılaşma ve öz kaçış motor fonksiyonları akselere etmiş olmalıydı. Tespit yerindeydi peki şimdi ne olacaktı? ... Ne altımda kilitli kaldırım taşı vardı ne de üzerimde puslu gök. On

Tefekkür

Odaya her zamanki kayıtsızlığımla girdim. Takibinde bir avuç genç ve meraklı göz üzerime dikildi, bakışlarında toy ama sivri dimağların izleri mevcuttu. Kendilerini selamladım ve yerime oturdum. El üstünde büyümüş, varlıklı ve varlığın beraberinde gelen sıkı eğitimin dayatıldığı, felekten kendine düşen tokadı yememiş sözüm ona talihli çocuklardı. Mukabil bir geçmişim vardı ve tabiaten menfi düşünmem beklenirdi, ancak buna gönlüm el vermedi. İnce bir tebessüm ettim ve tahtaya şu basit soruyu yazdım: Hayatın amacı nedir? Peş peşe yanıtlar: Kudret, mevki, büyüklük, para... "Değerli dostlarım, yaşamın esas gayesi saadettir. Saadete giden yol kudretten, mevkiden, büyüklükten yahut paradan geçebilir, doğrudur. Lakin bunlardan herhangi birine indirgenemez. Evet, para gerekir, başta yaşamın ta kendisi için, sonrasında keyfî gereksinimler için. Evet, kudret ve mevki de gerekir, öz tatmin, öz saygı için. Arkadaş, canan, sevgi, entelektüel birikim, sanat, kültür; her biri mutluluğa ulaştır

Hiçbir Şey

Hiçbir şey yapmak istememek. En gizemli, en tuhaf hislerden birisidir bu aziz okuyucu; hem madden hem fikren bir eylemsizlik hâline yönelim arzusu insanın bütün benliği üzerinde tahakküm kurar. Bazen içten içe kurtulmak isteriz zihnimizi ihata eden bu boşluktan ama kudret bulamayız, bazense bizzat tasarlayan mücrimizdir hiçliği. Normalde katıksız zaman israfı, sıfır üretkenlik, sıfır kazanç telakki ederek ölümüne tenkit edeceğim yerde şimdi kendimi bu azılı düşmanla kol kola, iç içe, yekpare hâlde buluyorum. Ama hakkını teslim etmeli! O kayboluşun, eriyişin ve teslimiyetin tatlı aroması, yüreğimi ve ruhumu hafifleten rayihası arıtıyor beni bir nevi, abıhayatta yıkıyor ve hiçliğin derinliklerine indiriyor. Demem o ki bazen sert dalgalara müsaade vermeli ve tabiatın hükmü bizleri şekillendirmeli. Yoruluyoruz ve yıpranıyoruz sevgili okuyucu, gün boyu sayısız uyaranla ve sayısız zihinsel işlemle muhatap oluyoruz, bu şeraitte bittabi "hiçbir şey yapmamak" hakkımızdır, akli mele

Gel Bakalım Yaz

Yazın geldiğini "Zaman ne kadar da çabuk geçiyor." dendiğinde, ders çalışmak şöyle dursun hiçbir şey yapmaya mecal kalmadığında, boşa vakit öldürmenin hiç olmadığı kadar tatlı görünmesiyle anlarsınız. Koca bir senenin yorgunluğu vardır kişinin üzerinde; yerine gelmiş arzular, gelecek seneye kalmış tasarılar vardır. Çöken rehavet telaş ve kaygıyı beraberinde getirir, tabii güzel ve zarif bir neticelendirme de maharet ister. Tatil hak edilmişse kişinin nazarında ne âlâ, aksi takdirde istisnasız yazın her günü başarısızlığın gölgesinde geçecektir. Bu süreçte mütemadiyen gördüğü dostları göremeyecek, içtimai havayı teneffüs edemeyecek belki; bununla beraber birey kabuğuna çekilecek, geçmişin muhasebesini yapacak, kendini daha çok geliştirme fırsatı bulacaktır. İnsanın şöyle bir kafa dağıtmaya ihtiyacı var, kulağa hoş geliyor değil mi? Ben pek öyle düşünmüyorum aziz okuyucu. Satrançtaki oyun sonu misali, tahtanın kenarına atılmış taşları, gittikçe sayısı azalmış piyonlar

Tırnak acısı

Bir yandan tırnağım acıyordu bir yandan yazıyordum. Bu acı da beynimi sürekli dürterek ön plana çıkmakta ısrarcıydı. Ne kadar kayıtsız kalmayı denedimse de olmadı. Tıpkı uzun bir aradan sonra beyaz sayfalar ile baş başa kalabilmiş bir yazı tutkunu gibi kabından taşarcasına bir arzu ve heyecan duymalı, böyle eften püften hadiseleri yüceliği önünde eğildiğim yaratı eyleminin gölgesiyle kapatıp trans benzeri bir kayıtsızlığa vakıf olabilmeliydim. Hala "Arsız şey işte bunların hepsi aynı" diye söylenip durmaktan öte gidemedim galiba. Hayat boyu zihnimde bir kısmı gerçekliğe dayalı, büyük kısmı ise bu gerçekliğin defalarca olması gerektiği şekilde revize edilmesiyle hazırlanan bir senaryoyu oynadım. Tüm rolleri bir şekilde peşimden sürüklemiş olmalıyım. Galiba onları kızdırdım. Onları kuytulara köşelere hapsetmem önce onların beni kızdırmış olduğunu göstermiyor mu sizce de? Ziyaretime kılık değiştirip geldikleri de doğrudur. Olması gerektiği şekilde sonlandıramadığım olguların

Meşreb-i Nâsâz

Gönlün arzu ettiğine çemkirebilir mi insan? Karşı koyabilir mi hissin emrettiğine? Oluklarını kapatabilir mi muntazaman zihnini işgal eden bediiyete? Yaklaşamıyorum sana Gözle görülmez, ruh ile duyulur bir engel Eller bağlı, basiret bağlı, ağız bağlı Geçmiş trajedilerin mi ezelî ezikliğin mi tasallutudur bu yoksa silkip atılmaya muhtaç korkaklık sahte gurur, zayıflıktan mı gelir? Hiçbir şey yapmayıp iktirana intizar mı etmek Yoksa bilfiil medeni cesaret mi göstermek Hâlâ idrak edemiyor besbelli Lakin hakkını da teslim etmeli O efsunlu gözlere, ulvi varlığa, o sıcak tebessüme yalnızca âşık olunabilirdi. Beklemeli, biraz daha beklemeli. Görsel: foolish heart | cherriuki

komm süßer Tod

gel, tatlı ölüm, gel her geçen gün sana daha da yaklaşmış olmanın mutluluğu içerisindeyim, gel sonsuz güzelliğine ebedî huzuruna zamansızlığına, acımasızlığına açtığın şefkat dolu kollarına hayranım vuslatımız uzaktır belki ama derin bir sadakatle beni beklersin, bilirim o gün de gelecek gel, tatlı ölüm, gel her geçen gün sana daha da yaklaşmış olmanın mutluluğu içerisindeyim, gel

Hasbihâl

11.09.17 21.12 G: Eski yazı falan varsa atabilirsin yine A: Var da giriş cümlelerinden sonrası yok ve ilerlemiyor zaten ilerleyemez bilirsin o modu yakalamak gerekiyor devam ettirince ortaya heterojen bir yazı çıkıyor. G: Müsveddeye benzer şeyler olabilir yine de lakin tercih sizin. Ben bir daha öyle bir şey atmam açıkçası :D A: Haksızlık ediyorsunuz yazınıza kanımca. O, o zamanki GKK'nın ürünüydü. Her ne kadar düzen müptelası olsak da düzensizlik de var kitabımızda :D G: Mamafih yazı bütünlüğü her şeyden önemlidir, aksi takdirde cümle kalabalığından öteye geçemez A: Bağlantıyı kurmak okuyucuya kalıyor hatta bağlantı kurması gerekmiyor çünkü yazının bir ahengi var. A: Şiirsel bir biçimde okunabilir. G: Sanat şahsidir lakin hedef aldığı kitleye kendini isabetli takdim etmesi gerekir A: Buradaki temel sorun sanatın ne için olduğu o zaman bu noktaya varıyoruz. Sanat şahsi midir değil midir? G: Sanatın şahsi olduğunu kabul ediyorum ben zaten mesele doğru akta

Değer

"Hayat ne kadar boş değil mi?" "Bu sözü sizden duymak istemezdim aziz dostum." "Lakin hakikat böyle, üstelik ayan beyan ortada. Kendimize uydurduğumuz uğraşları ve küçük meseleleri büyüte büyüte feci ve devasa sorunlar hâline getiren mücrim yine bizleriz. Tamamı bu fuzuli sorunlarla geçen bir hayat boş değildir de nedir?" "Yüzeysel baktığınızda karşılaşacağınız manzara budur, kabul. Mamafih bu fuzuli sorunlarla uğraşın getirdiği kazanımları nereye koymalı? Bu fuzuli sorunlardır ki bizlere medeniyeti, bilimi, aşkı, sanatı ve kuşkusuz saadeti getirdi. Şahsi fikrimi sorarsanız bunlar fuzuli bir sorun için fazlasıyla değerli kazanımlardır." "Haklılık payınızı vermekle beraber bir itirazım da mevcut. Hayatın getirdiği badireler bahsettiğiniz kazanımlara nazaran misliyle fazladır." "Muhakkak. Lakin siz söyleyin üstadım, iki-üç mutluluk kırıntısı için bu badireler çekilmeye değmez mi?" "Gayet tabii değer cancağızım. Hay

Bilmezsin

İmkânsızı düşlerim ben, bilir misin? Olmayacak olanı. Belki de ölene dek, belki de sonsuzluğa kadar. Yeterlidir o gözlere bakabilmek, bilir misin? Bakmayacak, görmeyecek olan gözlere. Donuk ve keskin, pek hayat dolu, acımasız, delici. Mecburum sevmeye, mecburum gözlemeye, bilir misin? Asla bilmeyecek olanı. Bilemeyecek, öğrenemeyecek, fark edemeyecek. Ama ne kadar da hoştur, bilir misin? Sadece düşleyebilmek, sadece bakabilmek, ve de sevebilmek. Gözlerim aziz okuyucu, gözlerim.

Sınırlar ve İndivüdü

Bir ağıla doldurulmuş insan sürüsü. Ayırmak mümkün değil, zira hepsi aynı. Aynı görünüş, aynı düşünüş, aynı davranış. Önlerine zaman geçtikçe bazı seçenekler sunuluyor. Netice oy birliği, defaatle tekrar eden tercih anları ve defaatle tekrar eden oy birliği. İşte bir noktada ortaya çıkan ve "hayır" diyen yürekli insan, seni selamlıyorum. Binlerce, on binlerce, yüz binlerce oya karşı tek bir oy ve ilk başkaldırı, ilk farklı seçim, ilk sınırlandırma. Kümenin içinde yeni bir küme teşekkül etti, diğerlerinden ayrılarak kendini sınırlandırdı ve bir indivüdü, bir birey oldu. En nihayetinde en büyük sanat kendini sınırlandırmak, izole etmektir. Yine kendisidir bireyi kurtaracak olan. Çevrenin etkisini engellemeli bazen, engellemeli ki tözümüze bakabilelim, kendimizi anlayabilelim. Ancak bu suretle tutarlı bir şahsiyet bina edilebilir, ancak bu suretle öz saygı, izzetinefis teşekkül edebilir. İstikamet ise onurlu, verimli, üretken ve pek tabii içtimaen uyumlu bir yaşam sürmekti

Biz Işığı Azalmışlarız

Gözlerden okunan o yaşama arzusunun, o parıltının, o ışıltının kısaca içimizde yanan yaşam fenerinin yakıtı ne? Varlığın teşekkülünü ve idamesini sağlayan, tıpkı evreni yok olmaktan kurtaran zıt kuvvetler gibi, bir yıldızı içine gaddarca çeken kütle çekim kuvvetine inat yıldızı fokur fokur kaynatan termonükleer reaksiyonlar misali yok oluşa direnç gösteren güç ne? Ne de komplike konuştun ulan dediğinizi duyar gibiyim yine de değiştirmeye yeltenmeyeceğim aziz okurlar. Size her ne kadar aziz diyebilsem de-ki sanırım bunu sadece dilime pelesenk olduğu için söylüyorum-okurlarım diyemediğim için üzgün olmayı isterdim ama takdir edersiniz ki umrumda bile değil. (Bu sizinle ilgili değil aidiyet ile aramdaki ufak bir sorun siz üzerinize alınmayınız.) Geçen gecelerde melankolik birkaç şarkı eşliğinde yapmış olduğum uzun bir huzur yürüyüşü sırasında üzerine düşündüğüm bir konu bu. Bize ne ulan bu detaylardan istersen tuvalette düşün denilebilir evet yine hak vereceğiniz üzere insan paylaştığı

Sevgisizlik mi nefret?

Sevgisizlik nefret midir? Heyecan duymamak ölüm mü? Yoksa taşlaşmış kalbi midir İnsanın dünyaya baş kaldıran? Bu baş ağrıları havalardan mı? Sancıların haykırışları mı çınlıyor kulağımda? Yoksa sen mi kararttın bu dipsiz evreni? Sen mi kapattın dünyayı birkaç boyut arasına?

Gölgesizler

Bu dünya için bir fazlalıktık biz. Kudretli bir el çekip alsa bu cehennemden, kaybeder ne ateşinden ne de kasvetinden. Ulaşamayız arzuladığımıza, ulaşılmazdır arzuladığımızdan. Asla olmayacak olan içten bağlılık ve zincir, verdiğinden çok götürür, kalıntılar hâlinde kıyıya vurmuş kılmak üzere bizi. Unutma ey sevgili, bizler zaten ölmüştük. Hatalı bir dünyaya geliş, kusurlu bir süreç ve noksan bir son. Gözden çıkarılmaya mahkûm bir avuç serseri. Bir avuç gölgesiz. Görsel:  無色花 | 织布机loom

Fikirlerin Çarpışması

Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar. Namık Kemal'in bu veciz sözü, mutlak doğruya ulaşmayı amaç edinmiş felsefenin yöntemini teşkil eder. Mesele bir fikrin onaylatılması değil; farklı fikirleri dinlemek ve bu fikirlerin doğru kısımlarını tözümüze kazandırmaktır. Ancak bu suretle mutlak doğruya olabildiğince yaklaşabilir, bu şekilde tatmin olabiliriz. Yalnızlık ne kadar süblime edilirse de hakkı teslim edilemez belki; lakin çevreyle münasebetin, müşahede eyleminin ve en önemli meziyetlerimizden birisi olan konuşmanın da ayrı önemi vardır. Unutmayalım ki yüzyıllar geçmesine rağmen iptidai niteliklerimiz hâlâ yerli yerinde, bunlardan en önde geleni olan aidiyet doyurulması gereken en büyük ihtiyaçlardan birisi. Türdeşleriyle iletişim kurmaktan yoksun beşer hayattan kademe kademe kopar, işte o zaman yalnızlık marazi mahiyet alır, tefekkür yerinde sayar, dogmatik hâle gelir ve faydadan çok zarar getirir. Önümüze çıkan yeni mesele: Doğru kişilerle münasebet kurma. Müşahe

Kendini Kandırma Sanatı

İnsanın yaşayabilmesi ve temel fonksiyonlarını gerçekleştirebilmesi için bazı kabullenimlerde bulunması ve birtakım nesnelere, varlıklara dayanması gerekir. Neden başka bir varlığa bağlanma, yaslanma; tutunacak bir dala sahip olma ihtiyacı?  Pek basit: Temel gaye olan mutluluğa ulaşma. Lakin ona ulaşmanın kendisi başlı başına meşakkatlidir, keşmekeştir. Zorluklar ve güçlükler, bitmeyen arayışla birlikte; sayısız dönemeç, patika ve yol tek bir istikamette birleşir:  Mutluluğa ulaştıracak olan vasıta, tutunulacak dal, bağlanılacak varlık.  Beatrice'dir bu, leanan sídhe'dir; hayat saadetini bahşeder, beraberinde hayatı da götürür. Zira saadetin temelleri maneviyatta atılmıştır, insan da ancak maddiyatla tam anlamda tatmin olabilir, hiçbir şekilde ulaşılamayacak olan maddiyatla. Yine de takdir etmeli, bu büyülü varlığın esas yaratıcısı insandır, görünüşler dünyasında kalmış tezahür sadece kıvılcımı atmış, yangına çevirense tahayyüller, mülâhazalar ve cılız