Ana içeriğe atla

Mutlak Doğru


İnsan reddetmezse ölür.

Birey, esasında mutlak doğrunun sadece kendisine ait olduğunu ve kendisini kapsadığını bilmelidir. Üzerimdeki yıldızlı gök, içimdeki ahlak yasası ile bağlandığında doğru meydana gelir, bu aynı zamanda benim mutlak doğrumdur. Çevrenin, dolayısıyla elde edilen tecrübelerin etkisiyle yüzeyinde delikler açılarak işlenmiş olan tabula rasa, şahsiyet, içteki ahlak yasası; hakiki ve sonsuz dünyanın da kapılarını aralar. Bütün uyaranlar, ham veriler bu süzgecin içerisinden geçer, bireyde işlenir ve nihai hüküm verilir. Mutlak doğru olsa olsa budur.

Olasılık şarabı kadar sarhoş edici bir içki yoktur.

Olasılıklara boğulan birey ne anı yaşar, ne de yaşadığından emin olabilir. Nesne ancak onu gözlemleyen ile önem kazanır, sadece mevcudiyete izin veren evrenin onu gözlemleyebilecek sujesi mevcuttur. Olasılık redde mahkumdur, mahkum olmazsa hakikat hakkıyla ne ifade edilebilir, ne de yaşanabilir. Üzerinde makul ve sonuca gebe olarak düşünebileceğimiz meseleler aklın temel konuları olmalıdır.

Esasen önemli olan benim için doğru olan doğruyu, uğruna yaşayıp can vereceğim doğruyu bulmaktır.

Ehemmiyet insana haizdir, merkezde olan odur. Kavrayış algılanışa ve nitekim bireye tabidir, farklı bireylerin farklı idrakı ve farklı doğruları mevcuttur. Mesele, kişinin kendi doğrusunu aramada ve bulmada yatar. Doğumdan ölüme kadar bize yaşama arzusu ve nedeni katan şey bu arayıştır.

Hakikat her daim dünya ile çelişmelidir. Dünya hiçbir zaman iyi bir yer olmadı. Hiçbir zaman da çoğunluğun hakikati arzulayacağı kadar iyi bir yer olmayacak.

Doğruya ulaşmak için gereken vasıta ise hiçbir zaman kolektif irade olamaz. Kolektivitenin olduğu yerde mutlak doğru da yok olur, zira birey öncesinde yok olmuştur. Öze dönüş bu nedenledir ki hakikate giden tek yoldur, her türlü aldatmaya açık duyularımız ve aklımızın verimli sonuç doğurabileceği nihai noktadır.

Bu yol arşınlanmalı.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arsız Kadın

Yürümek, çıldırırcasına gitmek Tenha yanına arsız kadının Pembe ruhunu karalar gibi Bir martı kanadı süpürür sokağı Müthiş bir istek ve tereddüt ile Varınca yanına arsız kadının Karanlık ruhumu ağartır gibi Bir ışık hüzmesi yıkar sokağı Sokak bile çekine çekine Vardı yanına arsız kadının Martı kustu eteğine Karanlık bir hınç aldı aydınlığı

Boş Oda

Boş oda ve sesler Bomboş... Boş bardakta yıllanmış kahve tortusu Sessiz bir cızırtı fonda 80'lerden kalma bir radyo Kusursuz bir armoni geliyor kulağa Ecnebi bir kondüktörün elinden Ve yağmur Ritmik şakırtısı Üzerine birkaç nota Hançerliyor sanki Uzatıp kanlı elini meçhul Sesler ve boş oda

Fikirlerin Çarpışması

Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar. Namık Kemal'in bu veciz sözü, mutlak doğruya ulaşmayı amaç edinmiş felsefenin yöntemini teşkil eder. Mesele bir fikrin onaylatılması değil; farklı fikirleri dinlemek ve bu fikirlerin doğru kısımlarını tözümüze kazandırmaktır. Ancak bu suretle mutlak doğruya olabildiğince yaklaşabilir, bu şekilde tatmin olabiliriz. Yalnızlık ne kadar süblime edilirse de hakkı teslim edilemez belki; lakin çevreyle münasebetin, müşahede eyleminin ve en önemli meziyetlerimizden birisi olan konuşmanın da ayrı önemi vardır. Unutmayalım ki yüzyıllar geçmesine rağmen iptidai niteliklerimiz hâlâ yerli yerinde, bunlardan en önde geleni olan aidiyet doyurulması gereken en büyük ihtiyaçlardan birisi. Türdeşleriyle iletişim kurmaktan yoksun beşer hayattan kademe kademe kopar, işte o zaman yalnızlık marazi mahiyet alır, tefekkür yerinde sayar, dogmatik hâle gelir ve faydadan çok zarar getirir. Önümüze çıkan yeni mesele: Doğru kişilerle münasebet kurma. Müşahe...