Ana içeriğe atla

Pasif-Agresif Çay


Bir köşede oturmak ve pasif-agresif davranışlarda bulunmak...
Çayını ne şekilde yudumladığıdır insanı arif yapan, tevazu ile durup karşısında bardağın ben sana muhtacım diyebilmesidir. İşte ruhları dinginler, böylesine latif kimselerdir. Çay gibi bir bütündürler ve sessizce dururlar dünyaya karşı dimdik. Ne pervasızlardır taş değildir kalpleri ne de fokurdarlar arsız su gibi.
Sükut ediş ruh dinginliğinin bir sonucu olmalı. Zira kargaşanın olduğu yerde gürültü eksik olmaz. Öte yandan kargaşasız bir devrim, sessiz bir muhalefet olabilir mi? Susmak gerçekten bir eylem olabilir mi  kabul etmek ile susmak arasında bir özdeşlik varken? Susarak kimilerini yok mu sayar insan yoksa susmak yok olmak mıdır? Edebi ile insan, sükut ile nasıl dur diyebilir bu kahpeliğe? Gece uykularını kaçıran eylem planlarını kurgulamaktan öte geçemediğinde nasıl ruh dinginliğine erişebilir? Burada insanı içine çeken aktif muhalif akım, yanlışlıklar silsilesi ile savaşın tek yolu gibi gözükürken insan nasıl koruyabilir içindeki bu ruhsal dengeyi?
Pasif-agresif karakter aslında nihayetinde kişi için pozitif gibi görünse de oldukça sancılı süreçlere sebebiyet veriyor. Ruh dinginliğini bozmama uğruna bürünülen bu kişilik ruh dinginliğini bozan faktörlerin başında geliyor. Hal böyleyken insan ne yapacağını bilemiyor aziz dostlar. Ateş çemberinin yakınından bile geçmezken gayri ihtiyari kendi ateşiyle kendine bir çember kuruyor. Her şeye rağmen çaya bile tevazu ile yaklaşanlardan, ruh dinginliğine ermişlerden, sükut ile bile olsa dimdik ayakta duranlardan olmamız dileğiyle kardeşlerim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arsız Kadın

Yürümek, çıldırırcasına gitmek Tenha yanına arsız kadının Pembe ruhunu karalar gibi Bir martı kanadı süpürür sokağı Müthiş bir istek ve tereddüt ile Varınca yanına arsız kadının Karanlık ruhumu ağartır gibi Bir ışık hüzmesi yıkar sokağı Sokak bile çekine çekine Vardı yanına arsız kadının Martı kustu eteğine Karanlık bir hınç aldı aydınlığı

Kendini Kandırma Sanatı

İnsanın yaşayabilmesi ve temel fonksiyonlarını gerçekleştirebilmesi için bazı kabullenimlerde bulunması ve birtakım nesnelere, varlıklara dayanması gerekir. Neden başka bir varlığa bağlanma, yaslanma; tutunacak bir dala sahip olma ihtiyacı?  Pek basit: Temel gaye olan mutluluğa ulaşma. Lakin ona ulaşmanın kendisi başlı başına meşakkatlidir, keşmekeştir. Zorluklar ve güçlükler, bitmeyen arayışla birlikte; sayısız dönemeç, patika ve yol tek bir istikamette birleşir:  Mutluluğa ulaştıracak olan vasıta, tutunulacak dal, bağlanılacak varlık.  Beatrice'dir bu, leanan sídhe'dir; hayat saadetini bahşeder, beraberinde hayatı da götürür. Zira saadetin temelleri maneviyatta atılmıştır, insan da ancak maddiyatla tam anlamda tatmin olabilir, hiçbir şekilde ulaşılamayacak olan maddiyatla. Yine de takdir etmeli, bu büyülü varlığın esas yaratıcısı insandır, görünüşler dünyasında kalmış tezahür sadece kıvılcımı atmış, yangına çevirense tahayyüller, mülâhazalar ve cılız

Namütenahi

O anı beklemekteyim, o an ki İçinde olduğum anlamsız döngü ve tekdüze birliktelikleri Yıkmaya muktedir Asla gelmeyeceğini bile bile Tahayyül eder durur zihnim Bir kapı açılır derinlerde Üzeri örtülü nice umutlar fışkırır Seni de çıkartır beraberinde Kıyıya vurmuş bir bebek masumiyeti Gözlerinde Sonra sular çekilir, o kapılar kapanır Kokuşmuş ve kasveti kahreden bir hava çöker güne Bu kötü döngü Namütenahi Öyle telakki ediyorum Ve yelken açıyorum hiçliğe Soğuk bir rüzgar vurduğunda yüzüme Saçlarımı savurduğunda bir yana Hala hatırlarım o anı Bir güneş doğar içime geceden Bir ışıltı belirir uzaklarda Sen ve o gün hiç gelmeyen Şapşalca yine de beklenen