Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Geçmiş Üzerine

Birçok insanın dert yandığı bir durumdur geçmişi unutamamak. Yaptığı hataları, yanlış hareketleri bir türlü silemez hafızasından. Keşkelerle geçirir koca bir ömrü. Öte yandan bazıları da vardır ki çabucak unutur,  hiç olmamış gibi yaşar geçmişini. Küçük bir kısım da geçmişte yaptığı davranışlardan ders alarak geleceği inşa eder; geçmişi silip, atmaz hatalarını görmezden gelmez, aksine onlar beni olgunlaştırdı der. Nitekim Hz. Mevlana “Hamdım, Yandım, Piştim” diyor. Yanma aşaması insanın canını yaksa da sonucunda bir eser ortaya çıkıyor. Kainatın mükemmel ve bir o kadar da esrarengiz eseri olgun insan.

Arsız Kadın

Yürümek, çıldırırcasına gitmek Tenha yanına arsız kadının Pembe ruhunu karalar gibi Bir martı kanadı süpürür sokağı Müthiş bir istek ve tereddüt ile Varınca yanına arsız kadının Karanlık ruhumu ağartır gibi Bir ışık hüzmesi yıkar sokağı Sokak bile çekine çekine Vardı yanına arsız kadının Martı kustu eteğine Karanlık bir hınç aldı aydınlığı

Sıkkın ve Bıkkın Kalemimden

Evrendeki tüm fizik kuralları neden bildiğimiz şekliyle var oldu? Yüksekten bırakılan bir cismin havaya uçtuğu bir kural neden bizim evrenimizde var olmadı? Gezegenlerin küp şeklinde olduğu ve harmonik hareket yaptığı bir evren neden değil bizimkisi? Fiziğin ve evrendeki diğer tüm bilim dallarının tamamen cüzi iradelerimizle neden öyle olduğunu sorguladığımız gerçekleri açıklamak için var olduklarını sanıyorum. Aksi halde insan gerçekten kafayı yiyebilirdi. Diğer yandan insan kendi içine de yöneliyor, varlığının kaynağını merak ediyor. Sıkıştırıldığı boyutları aşmak, boyutlardan bağımsız olanı bulmak istiyor. Her şeyin merkezini, idrak noktasının sonuna varmayı arzuluyor. Yine boyutlar arasına ve cüzi iradesinin içerisine sıkışmış insan düşüncelerinde kayboluyor, bir ilerleme katedemiyor. Bu esaretin farkına varamayan insan gayet memnun, zevk-ü sefa içerisinde yaşıyor. Dünyada var olan tüm hazları tatmaya, her çiçekten bal almaya soyunuyor. Neden? Çünkü doldur boşalt mekanizmamız v

Çok Kişilikli İnsan

Biraz ilginç gelecek ama yukarıdaki başlıkta aslında insanın normal bir özelliğini söylüyorum. Hastalık olarak beynimize işlenmiş olması bu gerçeği değiştirmiyor. Örnek vermek gerekirse hepimiz günlük yaşamımızda kişiliğimizi bir heykeltıraşın biçimsiz taşa şekil vermesi gibi yontuyoruz, bu da yeni bir kişilik sahibi olmamız demek. Sebebi ise açık, ortam değiştirmekten kaynaklanıyor bu durum. Bir ortamda lider rolünü oynarken diğer ortamda pasif kalabiliyoruz.

"Gençliğe" Reddiye

"İnsan" denilen mahlukları izledim. Sürü halinde toplanmış, "gençlik" diye dayatılan -lakin esas manasından ve mahiyetinden haliyle uzaklaşmış- zırvanın tesiriyle "sosyallik" denen faaliyeti icra ediyorlar. Gözlemci bakış açısının ihsan ettiği müşahede ve tenkit meziyetleri bendenizde toplanmış halde, umursamaz bir tavırla yürüyüşüme devam ettim. Mahlukatın kasıtlı sahteliği her davranışlarında kendini hissettiriyordu. Yalnız kalmamak için fiiliyata geçen o iptidai refleks; türdeşleriyle iletişim kurmak, bir sürüye katılmak üzere zihinleri -belki de bilinçdışını- öyle bir işgal etmiş olacak ki, iğrenmekten kendimi alamadım.

Kokuşmuş Beyinler

Esaret (Captivity) Sıradan bir beynin içinde kokuşmuş beyinler görüyorum. Sıradan beyinlerin de diğer sıradanların içinde kokuştuğunu. Bu devran böyle mi gider yahu? Kutsiyet atfedilen, sürekli bizi biz yapan en ehemmiyetli unsur olduğu söylenen, kullanımının kişiye münhasır olması lazım gelen irademizi neden bir başkasına emanet ederiz? Marjinal fikirlere karşı adeta yargısız infaz kurumu gibi çalışan toplumun bu duruma büyük etkisinin olduğunu düşünüyorum. Bazı normlara uyması istenen kişinin farklı mutfaktan bir yemeği tatma, farklı fikirden bir kitap okuma, farklı türden bir müziğe ilgi duyma gibi gayet doğal haklarından mahrum kalması ve en acısı bunun farkında olmaması onu bazı güruhların gözünde belki ideal bir kişi yapabilir. Ancak mesele bir "birey" olabilmekte. "Söz dinle yavrum itaatkâr ol!" denilen, basma kalıp fikirlerin içinde boğulmuş çocuğun o yaşlarda ebeveynlerini süblime etmesinin sağladığı kolaylıkla kabul ettiği doğrulardan ileriki yaşlarda

Şahsiyet

Bulunduğu mekandan bağımsız olamayan bir varlık insan. Ne kadar aciz... Bizatihi tecrübe edebiliyorum bu hakikati. Her ne kadar bazı temel esaslara sahip olsa da, çevreden gelen uyaranlara karşı fevkalade dirençsiz bir mahluk insan. Bu da bizi şu düşünceye itiyor: Bir varlıktan bahsederken tek, sabit bir varlık telakki edemeyiz. Bir oluştur varlık; pek bir değişken, pek bir dinamik... Her ne kadar müspet bir nitelik gibi gözükse de, hakikatte ne kadar da savunmasız ve aciz yaratıklar olduğumuzun da delilidir. Esas, dogmatik ilkeler; bunun yanında çoğunluğu teşkil eden dinamik, esnek ilkeler. Bu terkipte olan karakter, şüphesiz ki en idealidir. Görsel:  月 | あすぱら 

Esir-i Hissiyat

İnsan hislerinin esiri oluyor dönem dönem. Başkaldırışı kendi benliği hariç her yere tesir ediyor. Karanlık hisler kastettiklerim öyle şen şakrak, insanın kabına çok gelecek hisler değil. Nefret ile harmanlanmış sorgulama, bir şeylerin üzerine düşünme arzusu ve dört duvar arasında elde edilen özgürlük bu. Çekilmez ve umarsız yapınca insanı bir hayli sıkıntılı da. Bir gruba aidiyet sağlayamama ve bastırılmışlık hissi de hediyesi. Lakin elden ne gelir? Kıymetli beyinler kıymetli ruhlara teslim olunca iyi mi oluyor kötü mü oluyor bilinmez ama pragma açısından yaklaşırsak gayet tabii pozitif olduğunu görürüz. En nihayetinde bir birey olma yönünde atılmış adımlar silsilesi bunlar. Hisler düşünmenin düşünceler de hislerin reaktörü. Aman dikkat fazla ısınmasın dimağları ara sıra soğutmak da gerek. Aksi halde mahiyetinde kaybolabilir insan. Bir meczup ya da azılı bir nihilist olabilir.

Dönüşüm Üzerine

Franz Kafka'nın dönüşüm öyküsünde böcek tasvirini bir başkalaşım sonucu, sıradanlaşmış ve dogma yüklü toplumdan sıyrılan insan için yapmış olduğunu idrak ettiğimde aklıma ortaya koymuş olduğum "içsel devrim" kavramı geldi. Bu kavramın Kafka'nın tasvirini hemen hemen kucakladığını görmem ise beni bir hayli sevindirdi. Burada insanı doğumundan içsel devrim anına kadar çevreleyen, kapatan, sınırlayan, önce aileden sonra toplumdan gelen doğrular ve kuralların, dormansi halindeki düşünme yetisinin aktive olmasıyla birlikte parçalanmaya başlamasını ifade eden süreç bir bakıma başkalaşım olarak gayet tabii adlandırılabilirdi.

Girizgâh

"Cogito ergo sum." Büyük mütefekkir Descartes'ın dediği gibi, mevcudiyetin yegane delili düşünmektir. Benlik ancak ve ancak fikir bildirerek münferiden var olduğunu gösterebilir. Bu kadar önemli bir müesseseyi meşgale edinmiş şekilde yola çıkıyoruz. Gayemiz düşünmek ve düşüncelerimizi aktarmak.  Düşünüyoruz, öyleyse varız.