Ana içeriğe atla

Dönüşüm Üzerine

Franz Kafka'nın dönüşüm öyküsünde böcek tasvirini bir başkalaşım sonucu, sıradanlaşmış ve dogma yüklü toplumdan sıyrılan insan için yapmış olduğunu idrak ettiğimde aklıma ortaya koymuş olduğum "içsel devrim" kavramı geldi. Bu kavramın Kafka'nın tasvirini hemen hemen kucakladığını görmem ise beni bir hayli sevindirdi. Burada insanı doğumundan içsel devrim anına kadar çevreleyen, kapatan, sınırlayan, önce aileden sonra toplumdan gelen doğrular ve kuralların, dormansi halindeki düşünme yetisinin aktive olmasıyla birlikte parçalanmaya başlamasını ifade eden süreç bir bakıma başkalaşım olarak gayet tabii adlandırılabilirdi.

Ailenin insanı köleleştirdiğini içsel devrim sayesinde anlayabileceğimizi ve böylelikle ailenin insanı baskılamasıyla ferdiyet duygusunun neredeyse yitirilebileceğini söylerken içsel devrim yaşamamışlardan aile kurumunu kötülediğim yönünde gelebilecek eleştirilere aile kurumunun doğumdan içsel devrime kadar gerekli olduğunu söyleyerek cevap veriyorum.

Sonuç olarak aile yaşamına uyum sağlamanın sıradan toplumun sıradan parçaları olanlar tarafından sağlanabileceğini savunuyorum. Önemli olan nokta ailenin ve toplumun "farklı"ları içsel devrim sürecinde özgür bırakmamalarından doğan sorunlarla omuzlarında düşünme yetisinin getirmiş olduğu bir hayli yük olan farklıların yüzleşmek zorunda kalmalarıdır. Bu durumda red ile gelen kopuş ile ailevi ve toplumsal bağlılık arasında bir seçim yapılması zorunlu hale geliyor. Önce kendi şahsımla ilgilendiğimden seçimi başaramamış olmanın sebep olduğu sancılarla boğuştuğumu söylemeyi bir borç bilirim. Çift yaşamın getirdiği heterojenlikle dalgalanıyor günlerim. Peki ben kimim? Biz kimiz? Biz elbette farklı olmak isteyen ve bundan kıvanç duyanlarız.
Yaşasın farklılık!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arsız Kadın

Yürümek, çıldırırcasına gitmek Tenha yanına arsız kadının Pembe ruhunu karalar gibi Bir martı kanadı süpürür sokağı Müthiş bir istek ve tereddüt ile Varınca yanına arsız kadının Karanlık ruhumu ağartır gibi Bir ışık hüzmesi yıkar sokağı Sokak bile çekine çekine Vardı yanına arsız kadının Martı kustu eteğine Karanlık bir hınç aldı aydınlığı

Boş Oda

Boş oda ve sesler Bomboş... Boş bardakta yıllanmış kahve tortusu Sessiz bir cızırtı fonda 80'lerden kalma bir radyo Kusursuz bir armoni geliyor kulağa Ecnebi bir kondüktörün elinden Ve yağmur Ritmik şakırtısı Üzerine birkaç nota Hançerliyor sanki Uzatıp kanlı elini meçhul Sesler ve boş oda

Fikirlerin Çarpışması

Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar. Namık Kemal'in bu veciz sözü, mutlak doğruya ulaşmayı amaç edinmiş felsefenin yöntemini teşkil eder. Mesele bir fikrin onaylatılması değil; farklı fikirleri dinlemek ve bu fikirlerin doğru kısımlarını tözümüze kazandırmaktır. Ancak bu suretle mutlak doğruya olabildiğince yaklaşabilir, bu şekilde tatmin olabiliriz. Yalnızlık ne kadar süblime edilirse de hakkı teslim edilemez belki; lakin çevreyle münasebetin, müşahede eyleminin ve en önemli meziyetlerimizden birisi olan konuşmanın da ayrı önemi vardır. Unutmayalım ki yüzyıllar geçmesine rağmen iptidai niteliklerimiz hâlâ yerli yerinde, bunlardan en önde geleni olan aidiyet doyurulması gereken en büyük ihtiyaçlardan birisi. Türdeşleriyle iletişim kurmaktan yoksun beşer hayattan kademe kademe kopar, işte o zaman yalnızlık marazi mahiyet alır, tefekkür yerinde sayar, dogmatik hâle gelir ve faydadan çok zarar getirir. Önümüze çıkan yeni mesele: Doğru kişilerle münasebet kurma. Müşahe...