Ana içeriğe atla

Tırnak acısı


Bir yandan tırnağım acıyordu bir yandan yazıyordum. Bu acı da beynimi sürekli dürterek ön plana çıkmakta ısrarcıydı. Ne kadar kayıtsız kalmayı denedimse de olmadı. Tıpkı uzun bir aradan sonra beyaz sayfalar ile baş başa kalabilmiş bir yazı tutkunu gibi kabından taşarcasına bir arzu ve heyecan duymalı, böyle eften püften hadiseleri yüceliği önünde eğildiğim yaratı eyleminin gölgesiyle kapatıp trans benzeri bir kayıtsızlığa vakıf olabilmeliydim.

Hala "Arsız şey işte bunların hepsi aynı" diye söylenip durmaktan öte gidemedim galiba. Hayat boyu zihnimde bir kısmı gerçekliğe dayalı, büyük kısmı ise bu gerçekliğin defalarca olması gerektiği şekilde revize edilmesiyle hazırlanan bir senaryoyu oynadım. Tüm rolleri bir şekilde peşimden sürüklemiş olmalıyım. Galiba onları kızdırdım. Onları kuytulara köşelere hapsetmem önce onların beni kızdırmış olduğunu göstermiyor mu sizce de? Ziyaretime kılık değiştirip geldikleri de doğrudur. Olması gerektiği şekilde sonlandıramadığım olguların olmuş hallerini bana sözlü ve hareketli defalarca sahneleterek kapanmamış bir yığın hesabı kısır bir döngü halinde ruhumun derinliklerine kadar hissettirip öçlerini alıyorlar akılları sıra. Ne ise efendim tırnak acısını unuttunuz galiba. Burada yine gecenin bir yarısı sizlere boşboğazlık ederek kendime de unutturmayı başarmış olmalıyım. Fizyolojik ağrı bitince bile rahat bir uyku çekemediğimi tahmin etmiş olmalısınız. Dürüst olmak gerekirse bunun yaşam boyu savaşını verdiğimiz tüm negatif düşünceler ve ruhsal durumların yerine geçmesini yeğlerdim. En azından tırnak ağrılı bir uykuya sahip olurduk değil mi? Meraklanmayın her şeyin olmasa da birçok şeyin farkındayım. Bu zamanın adamıyım demekten imtina etmiyorum ama bu mekanın adamı kesinlikle değilim. Kafamdaki binbir türlü kaçış planını, insanı çıldırtacak bir ıssızlık fonunda derin içe yöneliş arzusunu gerçekleştirmek için ve kapanmamış hesapları kapatmak için biraz zamana ihtiyacım var o kadar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arsız Kadın

Yürümek, çıldırırcasına gitmek Tenha yanına arsız kadının Pembe ruhunu karalar gibi Bir martı kanadı süpürür sokağı Müthiş bir istek ve tereddüt ile Varınca yanına arsız kadının Karanlık ruhumu ağartır gibi Bir ışık hüzmesi yıkar sokağı Sokak bile çekine çekine Vardı yanına arsız kadının Martı kustu eteğine Karanlık bir hınç aldı aydınlığı

Namütenahi

O anı beklemekteyim, o an ki İçinde olduğum anlamsız döngü ve tekdüze birliktelikleri Yıkmaya muktedir Asla gelmeyeceğini bile bile Tahayyül eder durur zihnim Bir kapı açılır derinlerde Üzeri örtülü nice umutlar fışkırır Seni de çıkartır beraberinde Kıyıya vurmuş bir bebek masumiyeti Gözlerinde Sonra sular çekilir, o kapılar kapanır Kokuşmuş ve kasveti kahreden bir hava çöker güne Bu kötü döngü Namütenahi Öyle telakki ediyorum Ve yelken açıyorum hiçliğe Soğuk bir rüzgar vurduğunda yüzüme Saçlarımı savurduğunda bir yana Hala hatırlarım o anı Bir güneş doğar içime geceden Bir ışıltı belirir uzaklarda Sen ve o gün hiç gelmeyen Şapşalca yine de beklenen

Kendini Kandırma Sanatı

İnsanın yaşayabilmesi ve temel fonksiyonlarını gerçekleştirebilmesi için bazı kabullenimlerde bulunması ve birtakım nesnelere, varlıklara dayanması gerekir. Neden başka bir varlığa bağlanma, yaslanma; tutunacak bir dala sahip olma ihtiyacı?  Pek basit: Temel gaye olan mutluluğa ulaşma. Lakin ona ulaşmanın kendisi başlı başına meşakkatlidir, keşmekeştir. Zorluklar ve güçlükler, bitmeyen arayışla birlikte; sayısız dönemeç, patika ve yol tek bir istikamette birleşir:  Mutluluğa ulaştıracak olan vasıta, tutunulacak dal, bağlanılacak varlık.  Beatrice'dir bu, leanan sídhe'dir; hayat saadetini bahşeder, beraberinde hayatı da götürür. Zira saadetin temelleri maneviyatta atılmıştır, insan da ancak maddiyatla tam anlamda tatmin olabilir, hiçbir şekilde ulaşılamayacak olan maddiyatla. Yine de takdir etmeli, bu büyülü varlığın esas yaratıcısı insandır, görünüşler dünyasında kalmış tezahür sadece kıvılcımı atmış, yangına çevirense tahayyüller, mülâhazalar ve cılız