Ana içeriğe atla

Misliyle Kâfi



"Sevmeyi bilmiyoruz." dedi bir gün aziz dostum, sevdiklerimize hissiyatımızı yansıtamadığımızdan dem vurdu. Üzerinde mülahaza etmeye değer bir konu. Şu soruyu sormalı: Aşk âşığı mı, yahut maşuğu mu ilgilendirir? Leyla ile Mecnun misali, duyulan aşk kaynağını maşuktan almakla beraber artık mahiyet değiştirmiş, özünden çok farklı bir şekil almıştır. Şöyle demeli: Ben artık sana değil, zihnimdeki "sen" ideasına âşığım. Senin bu aşktan haberdar olman önemli değil artık, çünkü bu aşk, senin mevcudiyetini aştı ve arşa yükseldi. Aşk, nihayetinde aşk için yaşanır.

İdeadan ziyade esasen faniye duyulan bir sevgi, aşk mevzubahisse? Önceki çıkarımlar sabittir. Şöyle demeli: Aşk gibi mukaddes ve ulvi bir hisle müşerref olmak, faninin hissiyata vâkıf olmasından çok daha mühimdir. Vasıta ve süreç, gaye ve neticeden üstün gelmiştir; daha değerlidir, daha önemlidir.

Realiteye dönmek gerekirse? Aziz dostum, pek tabii sevdiğin kişinin; kalbinde büyüttüğün zarif, masum, insanın içini ısıtan saf bediiyette sevgiyi bilmesini, tanımasını, öğrenmesini isteyeceksin. Yüreğin onun için alevlenecek; tüm fiiliyat, aşkın vücut bulması ve özellikle karşılıklı mahiyet alması için şekillenecek. Onun bir karar vermesini, belirsizlikleri ortadan kaldırmasını, senin duygularının farkına vararak bir seçim yapmasını arzulayacaksın; lakin her şey bundan mı ibaret?

Kurduğun hayaller, yazdığın şiirler, dizdiğin methiyeler, kutsamalar sadece bir ara form, bir araç mıydı?

Hayır, hayır, hayır; bunlar bir kalemde silinecek mefhumlar değiller!

Değer ver onlara azizim. Bağrından çıkmış saf yavrularını bir kez daha bağrına bas, tözünde yıka ve maneviyatına işle.

Sevdiğimizi gösteremiyoruz belki; ancak güzel sevmek, esaslı sevmek,
—Misliyle kâfi!

Görsel: cherriuki

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arsız Kadın

Yürümek, çıldırırcasına gitmek Tenha yanına arsız kadının Pembe ruhunu karalar gibi Bir martı kanadı süpürür sokağı Müthiş bir istek ve tereddüt ile Varınca yanına arsız kadının Karanlık ruhumu ağartır gibi Bir ışık hüzmesi yıkar sokağı Sokak bile çekine çekine Vardı yanına arsız kadının Martı kustu eteğine Karanlık bir hınç aldı aydınlığı

Boş Oda

Boş oda ve sesler Bomboş... Boş bardakta yıllanmış kahve tortusu Sessiz bir cızırtı fonda 80'lerden kalma bir radyo Kusursuz bir armoni geliyor kulağa Ecnebi bir kondüktörün elinden Ve yağmur Ritmik şakırtısı Üzerine birkaç nota Hançerliyor sanki Uzatıp kanlı elini meçhul Sesler ve boş oda

Fikirlerin Çarpışması

Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar. Namık Kemal'in bu veciz sözü, mutlak doğruya ulaşmayı amaç edinmiş felsefenin yöntemini teşkil eder. Mesele bir fikrin onaylatılması değil; farklı fikirleri dinlemek ve bu fikirlerin doğru kısımlarını tözümüze kazandırmaktır. Ancak bu suretle mutlak doğruya olabildiğince yaklaşabilir, bu şekilde tatmin olabiliriz. Yalnızlık ne kadar süblime edilirse de hakkı teslim edilemez belki; lakin çevreyle münasebetin, müşahede eyleminin ve en önemli meziyetlerimizden birisi olan konuşmanın da ayrı önemi vardır. Unutmayalım ki yüzyıllar geçmesine rağmen iptidai niteliklerimiz hâlâ yerli yerinde, bunlardan en önde geleni olan aidiyet doyurulması gereken en büyük ihtiyaçlardan birisi. Türdeşleriyle iletişim kurmaktan yoksun beşer hayattan kademe kademe kopar, işte o zaman yalnızlık marazi mahiyet alır, tefekkür yerinde sayar, dogmatik hâle gelir ve faydadan çok zarar getirir. Önümüze çıkan yeni mesele: Doğru kişilerle münasebet kurma. Müşahe...