Ana içeriğe atla

Ceza


Derin bir nefes verdi. Epeyli geçmişti zaman. Yavaşça kendini sandalyesine bıraktı. Yelek cebinden karanfil kutusunu çıkardı, içinden aldığı bir tanesini usulca dişlerinin arasına yerleştirdi. Münhasır keskin tadı almaya başladı, yüzü tebessüm etti. "Rezil olduğun aşikârdı da, bu kadar alçalacağına ihtimal vermezdim."

Yarım saat önce terk edilmiş bir adamdan beklenmeyecek durgunlukta kurulmuştu bu cümle. Kendisi de bu duruma şaşırmış olacak ki, yüzünü buruşturdu ve istemsizce yumruğunu masaya indirdi. Gururu incinmişti. Her şeye katlanabilirdi, ama onurunun zedelenmesine katlanamazdı.

Zihnini ihata eden iptidai, hayvani hissiyatla isabetli karar veremeyeceğinin farkındaydı. Karanfili ısırdı. Yayılan aroma dimağını teskin ediyordu. Plaklarını karıştırdı. Schubert'in Fa minör Fantasie'sini yerleştirdi, odaya yayılan ulviyetle memnun şekilde geri sandalyesine oturdu.

Ceza ölerek değil, yaşanarak çekilmeliydi.

Tam bu anda. Evet, tam bu anda onun varlığı silinmişti. İntikam almaya bile değmezdi, yok saymak kâfi idi.

Dünya onun dünyası idi. Çünkü gözlemleyen oydu.

Kendisi yoksa, dünya da yoktu.

O istemezse, o yoktu.

Öyle de olmalıydı.

Zihninden silinmiş, yeryüzünden silinmişti.

Ceza yaşanarak değil, ölerek çekilmeliydi.

Görsel: Der Wanderer über dem Nebelmeer, Caspar David Friedrich

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arsız Kadın

Yürümek, çıldırırcasına gitmek Tenha yanına arsız kadının Pembe ruhunu karalar gibi Bir martı kanadı süpürür sokağı Müthiş bir istek ve tereddüt ile Varınca yanına arsız kadının Karanlık ruhumu ağartır gibi Bir ışık hüzmesi yıkar sokağı Sokak bile çekine çekine Vardı yanına arsız kadının Martı kustu eteğine Karanlık bir hınç aldı aydınlığı

Boş Oda

Boş oda ve sesler Bomboş... Boş bardakta yıllanmış kahve tortusu Sessiz bir cızırtı fonda 80'lerden kalma bir radyo Kusursuz bir armoni geliyor kulağa Ecnebi bir kondüktörün elinden Ve yağmur Ritmik şakırtısı Üzerine birkaç nota Hançerliyor sanki Uzatıp kanlı elini meçhul Sesler ve boş oda

Fikirlerin Çarpışması

Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar. Namık Kemal'in bu veciz sözü, mutlak doğruya ulaşmayı amaç edinmiş felsefenin yöntemini teşkil eder. Mesele bir fikrin onaylatılması değil; farklı fikirleri dinlemek ve bu fikirlerin doğru kısımlarını tözümüze kazandırmaktır. Ancak bu suretle mutlak doğruya olabildiğince yaklaşabilir, bu şekilde tatmin olabiliriz. Yalnızlık ne kadar süblime edilirse de hakkı teslim edilemez belki; lakin çevreyle münasebetin, müşahede eyleminin ve en önemli meziyetlerimizden birisi olan konuşmanın da ayrı önemi vardır. Unutmayalım ki yüzyıllar geçmesine rağmen iptidai niteliklerimiz hâlâ yerli yerinde, bunlardan en önde geleni olan aidiyet doyurulması gereken en büyük ihtiyaçlardan birisi. Türdeşleriyle iletişim kurmaktan yoksun beşer hayattan kademe kademe kopar, işte o zaman yalnızlık marazi mahiyet alır, tefekkür yerinde sayar, dogmatik hâle gelir ve faydadan çok zarar getirir. Önümüze çıkan yeni mesele: Doğru kişilerle münasebet kurma. Müşahe...