Ana içeriğe atla

Ahiret inancı ve yaşama dürtüsü üzerine 

Ahiret inancı olanlarınız, hesap, sorgu, terazi kavramlarını yaşamınızın belli dönemlerinde masaya yatırmışsınızdır muhakkak. Ömrünüz boyunca hanenize pozitif yazılmış -ya da en azından öyle sandığınız- binlerce amelden, işlenen suçlar, kırılan kalpler, gaspedilen kul hakkı gibi sol tarafınızdaki melekçe kaydolunan, kasanıza kim bilir bilmem kaç negatif katsayı ile giren amelleriniz çıkarıldığında ne kadar ahiret akçenizin kalacağını belki tahayyül ediyor, endişeyle karışık bir eylem planı hazırlığına girişiyorsunuz. Bu planların ne kadar etkisiz, kısa süreli ve çevre uyaranlarla kolaylıkla darmadağın olduğunu acı ile tecrübe etmişsinizdir de. Tam bu noktada insan aklediyor ve basit bir ticari zekayla ahiretin tarlası olan şu dünyadan en ideal zamanda ayrılmanın en karlı iş olacağını tasavvur ediyor. Eller semaya kalkıyor ve yürekteki müşkül ile "Allah'ım canımı en günahsız olduğum, benden en razı olduğun zamanda al ki ahirette müflislerden olmayayım." diye niyaz etmek geliyor insanın içinden. Tam bu noktada akıl durur mu başlıyor duada açık aramaya. "Ya eğer en ideal zaman şimdiyse ve kendi ölümünü kendin hazırlıyorsan?" diye fısıldıyor bir anda. Bomba etkisiyle tüm vücuda yayılan bir korku baş veriyor. "Hayır ölmek istemiyorum!" diye yalvarıyor bir şey içerden. Bu, içi buram buram sızlatan şeyin ne olduğunu anlama gayretiyle tüyleri diken diken insan tefekkür etmeye başlıyor ve ansızın bir perde aralanıyor. İşte ancak o an yaşama dürtüsü ve aklın çatışması tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arsız Kadın

Yürümek, çıldırırcasına gitmek Tenha yanına arsız kadının Pembe ruhunu karalar gibi Bir martı kanadı süpürür sokağı Müthiş bir istek ve tereddüt ile Varınca yanına arsız kadının Karanlık ruhumu ağartır gibi Bir ışık hüzmesi yıkar sokağı Sokak bile çekine çekine Vardı yanına arsız kadının Martı kustu eteğine Karanlık bir hınç aldı aydınlığı

Fikirlerin Çarpışması

Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar. Namık Kemal'in bu veciz sözü, mutlak doğruya ulaşmayı amaç edinmiş felsefenin yöntemini teşkil eder. Mesele bir fikrin onaylatılması değil; farklı fikirleri dinlemek ve bu fikirlerin doğru kısımlarını tözümüze kazandırmaktır. Ancak bu suretle mutlak doğruya olabildiğince yaklaşabilir, bu şekilde tatmin olabiliriz. Yalnızlık ne kadar süblime edilirse de hakkı teslim edilemez belki; lakin çevreyle münasebetin, müşahede eyleminin ve en önemli meziyetlerimizden birisi olan konuşmanın da ayrı önemi vardır. Unutmayalım ki yüzyıllar geçmesine rağmen iptidai niteliklerimiz hâlâ yerli yerinde, bunlardan en önde geleni olan aidiyet doyurulması gereken en büyük ihtiyaçlardan birisi. Türdeşleriyle iletişim kurmaktan yoksun beşer hayattan kademe kademe kopar, işte o zaman yalnızlık marazi mahiyet alır, tefekkür yerinde sayar, dogmatik hâle gelir ve faydadan çok zarar getirir. Önümüze çıkan yeni mesele: Doğru kişilerle münasebet kurma. Müşahe...

Boş Oda

Boş oda ve sesler Bomboş... Boş bardakta yıllanmış kahve tortusu Sessiz bir cızırtı fonda 80'lerden kalma bir radyo Kusursuz bir armoni geliyor kulağa Ecnebi bir kondüktörün elinden Ve yağmur Ritmik şakırtısı Üzerine birkaç nota Hançerliyor sanki Uzatıp kanlı elini meçhul Sesler ve boş oda